MAVİ SERİK TATİL SİTESİ - BİRAZDA DÜŞÜNELİM
|
|
Korkuyoruz!
Yarın gözümüzü ekonomik krize açıp bir anda borçlarımızın katlanmasından…
Durakta beklerken bir bombayla paramparça olmaktan…
Hiç beklemediğimiz bir anda işsiz kalmaktan…
Tüm yaşamımızın bir anda değişmesinden…
Çocuklarımıza karanlık bir dünya bırakmaktan…
Korkuyoruz!
Korktukça içimize kapanıyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz!
Tam da mutsuzluğun dibine vurduğum birgünde
Bir kitapçı vitrininde karşılaştım Doğan Cüceloğlu'nu son kitabıyla.
Kitap adıyla tavladı beni : Korku Kültürü!
Kitabın alt başlığı adından bile güzel:
Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz?
Psikoloji Profesörü Cüceloğlu ile TV8'de
Cumartesi sabahları yayınlanan programının çıkışında konuştuk.
Uzun ve epey öğretici konuşmanın sonunda anladım ki Türkiye'nin suyu hasta!
Niye mi?
ışte Doğan Cüceloğlu'nun ağzından nedenleri…
Bir arkadaşım anlatmıştı.
Japon balığı almış.
işten sonra evine gidip balığını seyrediyormuş.
şahaneymiş seyretmesi, böyle dalga dalga gidiyormuş balık.
Ama bir süre sonra balık yan yatmış, debelenmeye başlamış.
Kavanoza koyup deniz biyoloğu olan bir arkadaşına götürmüş.
Biyolog incelemiş, demiş ki;
- ıyi haberim var, kötü haberim var, hangisinden başlayayım?
- Hangisinden istersen
- ıyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun hasta.
- Su hasta olur mu ya?
- Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan dolayı bir bakteri girmiş .
Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle etkilemiş.
- Ne yapmam lazım?
- Balığın suyunu değiştireceksin , bir de pompanı değiştireceksin.
Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de balık iyileşmiş bir süre sonra.
Balık yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam etmiş!
Bizim suyun hastalığı ne peki?
Korku kültürü.
Korku kültürü kavramını biraz açabilir misiniz?
Korku kültürü yaşamda gücü temel olarak kabul eder.
Hayatta en önemli şey güçtür.
Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar.
Mutluymuşsun, coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun hiçbir önemi yok.
Seni güçlü kılıyor mu kılmıyor mu ona bakacaksın.
Bu da sonuçlarla belli olur.
Mevki edindin mi, para kazanıyor musun, şöhretli misin, göster bana!
Böylelikle yaşamın bir süreç olarak değeri yok, güç temel değerdir.
Güçlü olan haklıdır, çünkü o güçlüdür.
Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o güçlüdür. Yönlendirir.
Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine oluşmaya başlar.
O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır.
Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilşkisi vardır.
Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır.
Bir toplumda 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?'
diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır!
Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen şudur:
şimdi burada kimin borusu ötecek.
O yüzden kolay kolay gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar.
Yani diyor ki:
Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım:
Ben, Profesör Doktor Doğan Cüceloğlu. Mutlaka mevkimi söyleyeceğim.
Yani işte 15 kitap yazdım, tv programı yapıyorum, filan, filan…
Bir kıdem listesi yapacağım sana güçlü olduğumu göstermek için.
Çingeneler kavga ettiğinde 'bende bu var, sende ne var ' diye atışırlarmış ya…
Bizdekinin aynı. Adam kitap yazıyor, üzerine Prof bilmemkim diye titrini yazdırıyor,
Ne gerek var?
Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, Kim daha güçlü, kim daha üstün ilişkisi var.
Daha evlenirken bu karı koca ilişkisinde kendini belli eder,
ilk gece gözünü korkutuyor, ilk gece.
Anne baba çocuk ilişkisinde de öyle.
Anne baba ilişkisinde nasıl?
Çocuk bir kere 0 - 7 yaş arasında müthiş bir mücadele veriyor.
Ne mücadelesi veriyor?
Varolma mücadelesi veriyor. 'Yemiyeceğim' diyor, 'Doydum' diyor.
'Yiyeceksin' diye ağzına tıkıyoruz kaşığı.
'Aç değilim' diyor. 'Hayır açsın' diyoruz.
Düşünebiliyor musun ya? şu işkenceyi düşünebiliyor musun?
Geçen gün üniversite öğrencilerinden oluşan 70 kişilik bir gruba konuştum.
Bir kız öğrencinin önüne gittim. 'Merhaba' dedim ama görüyorum nasıl korkuyor.
inşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde.
'Sabahleyin karşılaşsak ben sana sorsam 'Uykunu alabildin mi?' diye.
Uykunu alıp almadığını bilebilir misin?' dedim.
'Bilmem, belki' dedi. Bu çok acı birşey.
'Peki' dedim 'Senin uykunu alıp almadığını senden daha iyi bilecek kim var?'
Ona da cevap veremedi. Üniversite öğrencisi bu!
Yandaki arkadaşa döndüm. 'Aç mısın tok musun bilir misin?' dedim.
Cevap veremedi, ııığğğ filan yapıyor. 'Senin aç ya da tok olduğunu
senden daha iyi bilebilecek biri var mı?' dedim. 'Lokantacı 'dedi.
Bunlar üniversite öğrencisi!
Bunlar, bu kadar sınavdan sonra üniversiteye girebilmiş seçilmiş insanlar!
Ama düşünün öyle bir yaşamı boşaltma durumu var ki
çocuk aç mı uykusuz mu bilmiyor.
Ve ben psikolog olarak şunu söylüyorum.
Bir insanın yaşmının temeli 0 - 7 yaş arasında atılıyor.
Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş arasında atılıyor.
Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa 0 - 7 yaş arasında
Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe konuşamaz, ona benziyor.
Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş olma bilinci veremezseniz
ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi zorlukla ağır ve aksak öğreneceklerdir.
O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını bilmemesinin nedeni de annesinin
çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun adına kararlar vermesi mi?
Bu ufak bir örnek.
Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli.
'Sen küçüksün bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki…'
Bu genel mesaj yerleşince ' Ben kimim ki, otorite daha iyi bilir' inancına dönüşüyor.
Korku kültürünün özü bu!
Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması değil,
özgürce bir yolculuk değil, bireylerin, grupların, cemaatlerin
birinden daha güçlü olma mücadelesine dönüyor.
Türkiye'de siyasal anlamda yaşanan da bu değil mi?
Evet!
ışte bu korku kültürünün aksi olan saygı kültüründe çok temel bir değer vardır.
O da gerçeğe saygıdır.
Üniversite neden vardır? Gerçeği keşfedip,öğrenip, yaymak için vardır.
Oysa bu korku kültürünün umurunda değil.
Korku kültüründe üniversite makam için vardır, mevki için vardır,
daha güçlü olmak için vardır.
Araştırma yapmaktan daha çok nasıl kulis faaliyetleriyle,
ayak oyunlarıyla makam elde edileceği öğrenilir.
Ayakta kalanlar, mevki, makam sahibi olanlar bunlardır.
Ve bunlar
bir öğrenci çok akıllı ve yetenikliyse korkarlar, onu asistan almazlar.
Sadece üniversitelerde değil, Hiçbir yerde çok akıllı adam istemezler, Türkiye'de.
Evet, çünkü tehlikesin.
Ama, ben 25 yıl yurtdışında bulundum.
Orada adamın seni sevmesi veya sevmemesi üçüncü dördüncü derecede ilgilendiği birşey.
'Sevmem ama harika bir kafası var, ondan dolayı buraya getirmek zorundayım' diyor.
'Arkadaşım olarak görmem ama hakkını veririm' diyor.
şöyle düşünmek lazım. Hepimiz bir ekibin parçasıyız. Ben şu çocuğun
( parkta oynayan çocuğu işaret ederek) daha mutlu olmasının bir parçasıyım.
Herkes böyle düşünmeli.
O çocuk mutsuzsa emin ol şu veya bu şekilde o mutsuzluk benim hayatımı etkiler.
Trafiği düşün, herbir kişinin araba kullanışının kalitesi diğerinin hayatını etkiler.
Sarhoş ise, yorgun ise, hızlı ise trafikteki herkes etkilenir. Toplumda da öyle.
Ben buna biz bilinci diyorum. Korku kültüründe biz bilincinin gelişmesi mümkün değil.
Ya ben bilinci denilen arsız saldırgan kültür gelişir,
ya da sen bilinci denilen ezik kişiliksiz kültür gelişir.
Arsızlar ezikleri daha da eziyor yani o zaman?
Zaten sen diyenler 'Meee' diyor, 'Çoban yok mu?
Uykum var mı yok mu bana söylesin, biri benim hakkımı korusun.'
Mesela sınıfa girin öğretmen olarak.
Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güleryüzlü davranın,
'Günaydın çocuklar nasılsınız?' filan deyin.
Üç dört ders sonra size parmak atmaya kalkarlar. Siz üzülürsünüz
ben bunlara insan muamelesi yapıyorum, yaptıklarına bak diye.
Size süratle öğretirler nasıl öğretmen olunması gerektiğini.
Demek ki korku kültüründe korkutulma ihtiyacının giderilmesi için
korkutan birisinin olması lazım. El ve eldiven gibi.
Ve bu bir yaşam felsefesi.
Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar da korkutan erkek ister.
Onları korkutmayana 'Ne biçim erkek' derler.
Türkiye'de yüzde kaç korku kültürü hakim?
şimdi belirli bir azınlık grup var. insan hakları, çocuk hakları diyen, insanca bir yaşam isteyen,
birbirlerine 'Günaydın' demek isteyen, trafik kurallarına uyan…
Benim gördüğüm kadarıyla çok az…Ve bu insanlar çok yalnız.
Eğer Türkiye'de uygar insan gibi yaşamaya çalışırsanız
süratle kendinizi keriz olarak görürsünüz.
O sınıfa girip de 'Günaydın' diyen öğretmenin durumuna düşersiniz.
Başınıza gelmedik kalmaz yani? Kendinizi korursunuz ama
o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir mutsuzluk yaşamaya başlarsınız.
Ve altını çizmek lazım.
Kimsenin kabahati yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor bunu. Bildiği başka bir şey yok.
0 - 7 yaş aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de gelecek nesle bağırta çağırta aktarıyor.
Bu böyle gidiyor.
Nasıl ki alfabeyi değiştirmek için seferberlik yaptık, köy köy gezip anlattık.
Bence bizim ana babalığı öğrenmemiz için de aynı şey lazım.
Çok ciddi olarak ve bilimsel olarak. Ve bunu herhangi bir ideolojinin
herhangi bir güç kapma yarışının parçası haline getirmeden yapmak çok önemli.
Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar hakim? Hep korkutularak mı yönetilmiş Türkiye?
Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış. Avrupa'nın yaşadığı aydınlanma,
birey olma hakkı mücadelesi olmamış. ışte Atatürk devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış.
Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da hemen bir canavar haline getirip
iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi yapıyor.
ıki tarafında anlaştığı temel değerler nedir konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz.
Ben şimdi olanların hepsini korku kültürü içinde bir mücadele savaşı olarak görüyorum,
Bu da bana acı veriyor.
Bir de bu savaşın, bu en tepedeki güç savaşının bizlerde, sıradan insanlarda yarattığı korkular var.
Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.
Gerçeğe saygı bir değer olarak kurumlarda yaşamıyorsa
o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var.
Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam ettirmek için
benim ya çok güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir ekibin parçası olmam lazım.
Bütün mücadele böyle dönüyor şimdi Türkiye'de.
Karşı tarafın hakları umurunda değil, zerre ilgilendirmiyor.
Bir onların gözüyle bakayım diye kimse demiyor.
Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir.
O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia ediyor.
O yüzden de diyalog imkanı ortadan kalkıyor.
Diyalog imkanının olabilmesi için herkesin 'Arkadaş sen de ben de farklı bakıyoruz ama
müşterek bir gayemiz var' diyebilmesi lazım. Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması lazım.
Bu kriterler yok.
O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan diyorum.
Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan anlamaya çalışıyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla hem parti içi hem partiler arası politika
güç mücadelesinden başka birşey değil.
Kim mevkiye makama gelirse nemalanma durumu olarak görüyorum bunu.
ıçten içe hepimiz de bu böyle olur diye kabul etmişiz.
O nedenle korku kültürünü bizim en önemli baş belamız olarak görüyorum.
Henüz daha farkında değiliz nasıl ki balık suyun farkında değil,
biz de korku kültürünün farkında değiliz.
Bizim de suyumuz mu hasta?
Aynen öyle, akvaryumun suyu aynı olduğu sürece
yeni balıklar koysan bile bir süre sonra onlar da hastalanır.
şimdi biz ne yapıyoruz, milletvekillerini suçluyoruz. Sanki onlar gökten zembille indi.
Onlar da bizim balığımız!
Peki suyu iyi etmek için ne yapmak lazım? Suyun ilacı ne?
Değerler!
ılk değer gerçeğe saygı. Anne baba olarak çocuğunun gerçeğine saygı duyacaksın.
ıkinci değer, gerçeğe sevgi. Anne baba olarak çocuğunu seveceksin.
En önemlisi de yaşama saygı.
Çocuğun kendi yaşamında kendisi olarak var olabilmesine saygı duyacaksın!
23.03.2008
DOGAN CUCELOGLU
BUNUN ADI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Babası öldü.
Yetim büyüdü.
Üvey evlat oldu.
Tutuklandı.
Hapse atıldı.
Sürüldü.
İşsiz kaldı.
Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne;
'Harcamalarım
fazla değil, zira gelirim hep az.'
Hastalandı, böbreklerinden.
Vuruldu, göğsünden.
Mesleğinden atıldı.
İdama çarptırıldı.
Kardeşleri öldü.
Çocuğu olmadı.
Boşandı.
Karaciğeri iflas etti.
Evet...
Mustafa Kemal Atatürk bu...
Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın...
Anlatın ki, o yetimin, evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.
Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan
ibaret değil çünkü...
Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.
İşte liste yukarıda.
Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse gelmiş...
Bunu anlatın...
Direnen, teslim olmayan ruhu anlatın ..
Korkmasınlar engellerden.
Korkmasınlar yalnız kalmaktan.
Korkmasınlar işsizlikten...
Korkmasınlar parasızlıktan.
Korkmasınlar alçaklardan.
Korkmasınlar doğrulardan.
Yürek dediğin...
Sadece organ değil
Bunu anlayın !!!
AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldirilmasini protesto ediyoruz!!!
Ulusal bilincimizi yavaş yavaş yok etmelerine izin vermek istemiyorsanız bu elektronik postayı iletebileceğiniz kadar iletin !!!
Bir Anı ...
İzmir kurtulmuş, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler...
Trene binerler ve kompartımana çekilirler. Ertesi gün, yaveri, Atatürk'ün
kompartımanının kapısını çalar. Atatürk, yorgun, bitkin bir halde kravatını
yıkamaktadır. Yaveri; 'Paşam bu ne hal, hiç uyumadınız herhalde, niye
böylesiniz?' der. 'Çocuk, kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı
unutmuşsunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı. Setremi yastık
yaptım üşüdüm. Uyumadım kalktım' der. Yaveri; 'Aman paşam! Birimize haber verseydiniz. Hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik' der ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevap verir; 'Geç fark ettim. Hepiniz en az benim kadar yorgundunuz, hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam degil, milletimin rahat uyumasi ..'
ATAMIZ SAYESİNDE ÖYLE RAHAT UYUYORUZ Kİ;
HALA UYANAMADIK !!!
BÜYÜK İSKENDER, FELSEFENİN DUAYENİ SAYILAN ARISTO' YA BİR MEKTUP YAZAR.
''ZAPTETTİĞİM TOPRAKLARDAKİ İNSANLARI TAHAKKÜMÜM ALTINDA TUTABİLMEK İÇİN NELER YAPMALIYIM ''
DIYE GÖRÜŞÜNÜ SORAR;
1- ÜLKENİN İLERİ GELEN İNSANLARINI SÜRGÜNE Mİ GÖNDEREYİM?
2- ÜLKENİN İLERİ GELEN İNSANLARINI HAPSE Mİ ATAYIM ?
3- ÜLKENİN İLERİ GELEN İNSANLARINI KILIÇTAN MI GEÇİREYİM?
ARİSTO' NUN CEVABI :
1- SÜRGÜNDE TOPLANIP SANA KARŞI BAŞKALDIRIRLAR,
2- HAPİSHANELER MİLİTAN YUVASI OLUR, KONTROLDEN ÇIKAR,
3- ONLARDAN SONRAKİ KUŞAK İNTİKAM HIRSIYLA BÜYÜR, TAHTINI SALLAR.
ÇÖZÜM OLARAK ŞU NASİHATI VERİR:
''İNSANLARIN ARASINA NİFAK TOHUMLARI EKECEKSİN,
BİRBİRLERİYLE SAVAŞINCA HAKEM OLARAK KENDİNİ KABUL ETTİRECEKSİN,
AMA ANLAŞMAYA GİDEN BÜTÜN YOLLARI TIKAYACAKSIN. ''
ergenekon diye bir şey
Mehmet Ali Çelebi askeri liseyi birincilikle, Harp Akademisi’ni de dördüncülükle bitirmiş. 15 aydır Ergenekon’un tutuklu sanığı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda, Kara Pilot Teğmen. 24 yaşında. 2. Ergenekon davasının 24 Kasım günkü 20. duruşmasında konuştu. O konuşurken, izleyenler gözyaşlarını tutamadı.
Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi, söz isteyerek yaptığı konuşmaya, “Sayın Başkan, mahkemenizin yargılama şekli TSK’ya hayasızca saldıranlara cesaret vermektedir” diyerek başladı.
Gazetelerin TSK ve Genelkurmay Başkanlığı aleyhinde, hakarete varan yazı ve yorumlardan alıntılar yapan genç Teğmen, “bizler neden hedefiz” dedi ve Mustafa Kemal’in Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara yaptığı konuşmadan bir bölümle yanıtladı:
“Kuvvet ordudur! Düşmanlar milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler, kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz etmeye başladılar. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek ve aşağılamak lazımdır. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.”
Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Unutmayalım; ordu milletin namusudur. Bizler önce şeref, sonra hayat anlayışıyla yetiştirildik. Er veya geç aklandığımızda savcılar kendilerine Mustafa Kemal’in sözünde yer beğensinler!”
14 yaşında girdiği askeri lise diplomasını Org. Hurşit Tolon’dan aldığını belirten Teğmen Çelebi, “Kendisinden almam benim için şereftir. Gurur ve onur duyuyorum” dedi.
“Yalnız bu husus savcılarımızın gözünden kaçmıştır. Hukuksuzca ek klasör göndermeye devam edeceklerse askeri lise diploma töreni CD’sini kendilerine verebilirim. Ne de olsa hazır bir örgütsel irtibat!”
< BR>“BEN TERÖRİST, ONLAR DEMOKRATİK GERİLLA!”
Teğmen Çelebi konuşmasında özetle şunları söyledi:
“Ben tanık olmak istemediğim için tutuklanıyorum. Vatan hainleri, biz şerefli Türk subaylarını karalamak için savcıların teşvikiyle tanık olabiliyorlar.
Ben ifade vereceğim yeri, Türk milletinin şerefli kürsüsü olarak görüyorum.
Onlar ise, garez ve intikamlarına tatmin kürsüsü…
Ama ben terörist onlar demokratik gerilla…
Benim evime rejimin teminatı polis, bir orduyla kapıyı kırarız tehdidiyle giriyor, sahte evrak tanzim ediliyor. Tutuklandıktan sonra ailem sürekli rahatsız ediliyor. Babamın işyeri gasp ediliyor. Diğer taraftan bebek katillerinin ayaklarına savcılar gidiyor, bir kırmızı halı serilmediği kalıyor. Neden? Çünkü ben terörist, onlar barış elçisi…
Türk milleti adına karar verdiğini söyleyen yüce heyet, acaba, Türk milletinin, teröristi subayına yeğlediğini mi düşünüyor? Türk yargısı, teröristi aklama, subayı aşağılama kurumu mudur?
Bakınız, de vrem Eren Teğmen dağda terörist kovalarken terör örgütü üyesi olmak şüphesiyle 6 ay tutuklu kalmıştır. Müteakiben tutuksuz yargılanmak üzere görev yeri Yüksekova’ya dönmüştür. Eren Teğmen, Atilla Albayımın savunmasında bahsettiği gibi Savcı Zekeriya Öz’ün ‘Şırnak’tan paketledim de getirttim’ dediği teğmen ..."
Silivri'deki Ergenekon duruşmalarında savunmalar devam ediyor.
Fakat acıklı olan, iddianameleri çarşaf çarşaf yayınlayanların bu savunmaları görmemezlikten gelmeleridir.
Ne yazık ki medya iyi bir sınav vermiyor..
Asya;da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında ...elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır...
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner AMA kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak Eden hiç bir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereke tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür. Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur...
|
ŞEYTAN HATASINI NASIL BİLMEZ
KISSADAN HİSSE
Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.
Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.
Şeytan kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının ipini biraz gevşetmiş.
Buzağı bu az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye daha fazla dayanamamış debelenmiş ve boynundaki ip çözülmüş
Koşarak annesini emmeye giden buzağı süt kovasını devirmiş
Sağdığı süt ziyan olunca sinirlenen genç kadın eline geçirdiği odunu buzağıya vurunca yavru yere yığılmış.
Yavrusuna saldırılan inek kayıtsız kalamayıp bir tekmede kadını yere serip öldürmüş.
Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi, ineğin ´gelinini öldürdüğünü görüp ineği tüfekle vurmuş.
Silah sesini duyan koca , karısını yerde cansız yatar babasınıda elinde tüfekle görünce silahını çekip babasını öldürmüş.
Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam , bu kadar acıya dayanamayıp intihar etmiş.
Bütün bu olayları bir kenardan izleyen şeytan "BU FELAKETİDE BANA YÜKLERLER,BUZAĞININ İPİNİ GEVŞETMEKTEN BAŞKA BEN NE YAPTIM ŞİMDİ" demiş
BİZDE MİLLETCE NE YAPTIK...............
REFERANDUMDA SADECE' evet' DEDİK.
TÜRKİYEDE OLACAKLARI İZLEMEYE DEVAM EDİN!
|
|
|