SON PADİŞAH ORDUSUNU SATMIŞTI – Soner Yalçın
07.02.2010 01:09
.............
Biliyoruz ki; büyük emperyal güçler arasındaki yeni sömürge pazarlarını kapma mücadelesi, Birinci Paylaşım Savaşı’na/Birinci Dünya Savaşı’na neden oldu.
Osmanlı bu savaştan yenik çıktı.
Galiplerin arasında en güçlü olan İngilizlerdi.
İngilizler, Mezopotamya, Suriye ve Arabistan’ı Osmanlı’dan koparıp almak istiyordu. Kurmayı planladıkları kukla devletler arasında Ermenistan ve Kürdistan da vardı.
Osmanlı idari yapısını, milliyet esasına göre parçalayıp, federatif hale getirmeyi planladılar.
Siyasi emellerinin yanında İngilizlerin, iktisadi amaçları da vardı. Birinci Dünya Savaşı başında Osmanlı’nın tek yanlı olarak kaldırdığı kapitülasyonları yeniden uygulamak istiyorlardı.
Osmanlı maliyesini tümüyle Duyun-u Umumiye’nin denetimine vermek amacındaydılar.
İngilizler biliyordu ki, Osmanlı siyasi yaşamında İttihatçılarla birlikte ordunun da büyük etkisi vardı. Ordunun siyasal düşüncesi belliydi; milliciydi.
O halde tüm bunları yapabilmeleri için ordudaki ulusçu/milliyetçi komutanların tasfiyesi gerekiyordu.
Önce bir kurnazlık yaptılar:
Bir süre İttihat ve Terakki Hükümeti’yle çalıştılar. Ağır şartları onlara kabul ettirip, nüfuzlarını kırıp, bir daha iktidar olma olanağını ortadan kaldırmak için!
Tam başarılı olamadılar.
İçinde İttihatçıların bulunduğu İzzet Paşa Hükümeti’ne ağır şartları kabul ettiremediler; ancak bazı tavizler koparabildiler.
Bunlardan en önemlisi Mondros Ateşkes Antlaşması’ydı. İngilizler, savaşta Hamidiye zırhlısıyla olağanüstü başarılar kazanan Rauf (Orbay) Bey’in imzaya gelmesini özellikle istediler. Başarılı komutanları halkın gözünden düşürmek istiyorlardı. Sonra tutuklayacaklar, sürgüne göndereceklerdi. Hepsini adım adım yapacaklardı…
Darbe iddiasıyla başlayan tutuklamalar:
İngilizler, İttihatçıları kolay kullanamayacağını anlayınca, sertleşme politikası güttüler. Bunda İttihatçılara kin duyan Sultan Vahdettin’in de etkisi vardı.
Sultan Vahdettin, İngilizlerin tertiplediği gerici 31 Mart (1909) olayının hazırlayıcılarından Derviş Vahdeti’nin kurduğu İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin üyesiydi !!!!!!!!!
Bir dönem perde arkasındaki ilişki artık açıkça ortadaydı. Vahdettin, İngilizlerin desteğiyle iktidarını güçlendireceğini ve düşman gördüğü ulusalcılardan tamamen kurtulacağını düşünüyordu.
Bu nedenle İngilizleri de arkasına alarak ittihatçı hükümeti yıkıp, Tevfik Paşa Hükümeti’ni kurdurdu.
Şimdi sıra İttihatçıların cezaevlerine tıkılmasındaydı.
İngiliz ve Saray ittifakının elinde önemli bir gerekçe vardı: Savaş dönemindeki Ermeni ve Rum tehcirleri.
Tehcir kararının altında imzası olan-olmayan tüm İttihatçılar cezalandırılmalıydı. 2500 kişilik bir tutuklama listesi hazırlandı.
Ama önce…
Meclis feshedildi. Basına sansür getirildi. Harp divanı kuruldu.
Ve ardından gözaltılar, tutuklamalar başladı. Bunlar kısa sürede “cadı avına” dönüştü.
Yeniden kurulan liberal-dinci ittifak partisi; Hürriyet ve İtilaf, daha çok kişiyi tutuklamadığı için hükümeti uyuşukla itham eden bildiri yayınladı.
Bu partinin yayın organı Peyam, Sabah ve Alemdar gazeteler, daha çok ittihatçının tutuklanması için var gücüyle çalıştı. Sürekli hedef gösterdiler; İttihat ve Terakki’nin hemen kapatılmasını; partinin ileri gelenlerinin hemen tutuklanmasını istiyorlardı.
Tehcire izin veren Diyarbakır Valisi Dr. Reşid’in cezaevinden kaçması bu çevreleri daha da saldırganlaştırdı. Yaptıkları mitingle bu kaçışı protesto ettiler.
Sonunda bu kaçışla ilgili inanılmaz bir iddiayı ortaya attılar:
İttihatçılar darbe yapacak!
Vahdettin’in has Paşası Ömer Yaver Paşa, İstanbul’daki İngiliz Yarbay Murphy’e giderek, darbe olacağını aman İstanbul’dan ayrılmamalarını rica etti. Murphy, Osmanlı Paşasını gülerek dinledi.
Zavallı Yaver Paşa bilmiyordu ki, bu iddianın ortaya atılmasını sağlayanlar İngilizlerdi.
Darbe iddiaları üzerine yeni bir tutuklama dalgası başladı; 30 kişi daha sorgusuz sualsiz cezaevine kondu.
Milli Kongre’nin başkanı Dr. Esat (Işık) gibi saygın ulusalcılar gece yarıları pijamaları, terlikleriyle evlerinden alındılar.
İttihat ve Terakki’nin tüm mallarına el konuldu.
Sonra sıra subaylara geldi.
İngilizler savaş tutsaklarına eziyet ettikleri iddiasıyla 23 subayın hemen tutuklanmasını istedi.
Ordunun önde gelen isimleri tutuklanınca, İngilizler bu kez bazı kurumların “darbeyi planladıklarını” gündeme getirdi.
Bunların başında Enver Paşa’nın kurdurduğu istihbarat örgütü "Müsellah Müdafaa-i Milliye" vardı. Savaş döneminde İngilizlere zorluklar yaşatan Osmanlı istihbarat örgütü küçültülüp etkisizleştirilerek Harbiye Nezareti’ne bağlandı.
Osmanlı’nın deniz kuvvetlerini güçlendirmek için kurulan Donanma Cemiyetleri Bahriye Nezaretlerine bağlandı.
Jandarma, ordudan koparılarak Dahiliye Nazırlığı çatısı altına sokuldu.
İleri de tehlikeli olacağı düşünülen genç mektepli subayların rütbeleri indirildi. Amaç, istifaya zorlamaktı.
İttihatçılar döneminde emekli edilen alaylı subaylar tekrar orduya alındı. Etkin görevlere getirildi. Emekli askerlerin kurduğu Nigehban Cemiyeti, basına verdikleri demeçlerde mektepli subaylara ağır hakaretler ettiler. Hukuk-u Beşer gazetesi mektepli subaylar için “haydut başları” başlığını bile atacak kadar ileri gitti.
İngilizler, Tetkik-i Hesabat ve Seyyiat Komisyonu kurdurarak, Harbiye Nezareti’nin kozmik odalarına girip tüm belgelerini didik didik ettirdi.
Amaçları belliydi; orduyu küçültmek, halk üzerindeki etkinliğini kırmak.
Ordu’yu sadece iç güvenlik örgütü olarak polis, jandarma ve muhafız kıtaları seviyesine getirmek istiyorlardı.
Bu arada İngilizler ile Fransızlar arasında Jandarmanın yönetimi kimin kontrolünde olacak tartışması çıktı.
İnanması güç ama Saray’ın bırakın bunlara karşı çıkmasını, Vahdettin ve Damat Ferid Paşa ikilisi, ordu komutasını İngiliz subaylarına verme talebinde bile bulundular. İngilizler reddetti.
Güvenilir başsavcı aranıyor
Dönemin partisi Hürriyet ve İtilaf idi.
Ülkenin dört köşesinde şubeler açan bu liberal-dinci ittifak partisi, artık hükümet olmak istiyordu. Ve nihayet, 4 mart 1919’da Damat Ferid Paşa başkanlığında hükümeti kurdular.
Bu hükümete, İngiliz ajanı Hüseyin Hilmi’nin gazeteci dostlarıyla kurduğu Sosyalist Fırka da destek verdi!
Damat Ferid Paşa hükümetinin ilk yaptığı icraat, ulusalcıları yargılayan Divan-ı Harp mensuplarına yüksek maaş ödemek oldu.
Bu arada Divan-ı Harp’in üyeleri sürekli değişti. Damat Ferid Paşa, Takvim-i Vekayi gazetesine “güvenilir bir başsavcı bulmakta zorlandıklarını” açıkladı.
Yeni hükümetle birlikte yandaş medyadaki “tutuklayın”, “kapatın”. “neden cezalandırmıyorsunuz” yayınlarında artış oldu.
Alemdar gibi yandaş gazeteler, “sehbalar bile bu adamlara layık değildir; kafalarının koparılması gerekir” diye yazdı.
Liberal gazeteciler; Alemdar’da Refi Cevat (Ulunay), Peyam’da Ali Kemal “daha ziyade şiddet” diye makaleler kaleme aldılar. “Bu adamlar için ölümden daha hafif ceza aklımıza gelmiyor” diye yazdılar.
Kamuoyu oluşturulduktan sonra istekleri yerine getirildi.
Ermeni tehcirinde kusurlu bulunan Yozgat Mutasarrıf vekili Kemal Bey idam edildi.
Fakat umulmadık bir olay gerçekleşti; yandaş medyanın “cani” olarak gösterdiği Kemal Beyin cenazesine onbinler katıldı.
Hükümet cenazeye gidenler hakkında soruşturma açtı; içlerinde toplumun çeşitli katmanlarından; doktor, tıp öğrencisi, subay, imam, tekke şeyhinin de olduğu bazı kişiler tutuklandı. Üsküdar mevki kumandanı cenaze törenini dağıtmadığı için görevinden azledildi !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Eski defterler açılıyor
İngilizler gündemi hep sıcak tuttu. Tehcir ve darbe iddiaları gündemden düşünce hemen yenisi bulundu; “eski defterler” açıldı. Örneğin, intihar eden veliaht Yusuf İzzeddin Efendi’yi Enver Paşa’nın öldürttüğü iddia edildi! Adliye Nazırı Sıtkı Bey hemen soruşturma açtırdı.
Bu olay sıcaklığını kaybedince hemen yeni bir gündem yaratıldı:
Sultan II. Abdulhamid tahtan indirildiğinde, içinde 1 milyon liralık mücevher bulunan çanta kayıp olmuştu. Çantanın peşine düşüldü.
Ayrıca Yıldız Sarayı’nı kimlerin yağma ettiği konusunda spekülasyonlar yapılmaya başlandı.
Partiler, gazeteler bu suni gündemlerle oyalanırken, İngilizler emellerini tek tek gerçekleştirdi. Kapitülasyonları yeniden uygulamaya koydu. Osmanlı maliyesini tümüyle Duyun-u Umumiye’nin denetimine verdi.
İttihatçıların yerli sermaye oluşturmak için kurdurduğu milli şirketlerin bazılarını tasfiye etti; bazılarının müdürlüklerine liberal isimleri getirdi.
Levant Limited gibi şirketler kurdular; Vickers, Metropolitan Carriage, British Trade Corparation gibi şirketleriyle Osmanlı pazarına daldılar. Şirketlerde Türkçe kullanma zorunluluğunu kaldırdılar.
Türk bankalarına İngiliz denetçi gönderdiler. Denetleme işi bitinceye kadar bankaları kapattılar. Türk Milli Bankası’nı ele geçirdiler. Kendileri yeni bankalar kurdular.
Hıristiyanlara ait “emval-i metruke” sayılarak satılan mallar gibi birçok konu gündeme getirildi.
Sultan Vahdettin o aralar Toros Tüneli’ne kafayı takmıştı. Tüneli yapmak için anlaşma yaptığı Alman ve Avusturyalılar kaçmıştı; “ah İngilizler şu tüneli bir yapsa” diyordu. Tünel yapılıp bitirilince ne olacaksa?
Diğer yanda…
Osmanlı münevverleri olan biteni seyrediyordu; şaşkındı. Kurtuluş “reçeteleri” arıyordu. Çoğu bağımsızlığın Batı eliyle gerçekleşeceğine inanıyordu!
Kimi ABD’nin sömürgeci olmadığına inanıp, Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurdu.
Kimi kurtuluşu İngilizlerin Osmanlı yönetimine el koymasında görüp İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni girdi.
Halkına güvenen münevver sayısı parmakla sayılacak kadar azdı…
Tüm bunlar olurken İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar Osmanlı topraklarını işgal etti.
Taktik hep aynıydı:
İngiliz basını, İzmir ve çevresinin uyduları Yunanistan tarafından ilhak edilmesi için yoğun bir “Barbar Türk” kampanyasına başladı. Bu yayınlara göre Türkler, Rumları yok etmek için gizli planlar yapıyordu!
Ve hep ekliyorlardı; “zaten bu barbar Türkler Ermenileri de katlettiler!” Bu gerekçe Batı basının en etkili propaganda silahıydı.
Sonra Yunanlılar İzmir’e çıktı.
Batı basını yine Türkleri suçladı; “Türkler inatçı bir direnme gösterdi!”
Peki, İzmir işgali konusunda yandaş medya ne yazdı: “İngilizleri İstiyoruz.”
Bu başlığı Alemdar gazetesi başyazarı Refii Cevat attı. Osmanlı’yı her türlü beladan kurtaran İngilizlerin, bu işgalden de İzmir’i kurtaracağına inanıyordu!
Teali-i İslam Cemiyeti ise işgalin hemen sonrasına rastlayan Ramazan ayında, bazı memurların oruç yediğine, kimi kadınların tesettüre uymadığına dikkat çekip zabıtaların daha uyanık olmasını istedi.
......
Bu arada bir “anket” yayınlandı ve Müslüman halkın yüzde 60’ının İngiliz yönetimini istedikleri ortaya çıktı!
.....
“Hiç ders alınsa tarih tekerrür eder mi?”
Soner Yalçın
Odatv.com
Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor” adlı bu kitap, Atatürk’ün en yakın dostlarından ve O’nu canı kadar seven Salih Bozok’un tek oğlu Muzaffer Bozok tarafından yazılmış, Can Dündar tarafından yayıma hazırlanmış ve Doğan Kitapçılık tarafından yayımlanmıştır. Kitap, Kurtuluş Savaşı dönemini, Atatürk’ün hayatındaki dönüm noktalarını ve Cumhuriyet sonrası yılları, Atatürk’ün en yakınındaki kişi olan yaverinin anılarından ve bizzat Atatürk tarafından kaleme alınmış mektuplardan anlatması bakımından değerli bir kaynaktır.
Maxicep.com - Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor
Salih Bozok’un Atatürk ile birlikte çıktığı seyahatlerde aldığı notlar ve Atatürk tarafından kendisine gönderilen mektuplar, Atatürk’ün isteği üzerine kendilerinin ölümünden sonra yayımlanmak üzere Bozok’un çocuklarına miras kalmıştır. Kitapta yer alan anılar 1910 yılı ile Salih Bozok’un ölümüne kadar olan dönemi kapsamaktadır. Salih Bozok’un kitapta yer alan anıları 1910 yılı ile başlamaktadır. Ancak Atatürk ile dostlukları daha eskidir. Bozok ta tıpkı Atatürk gibi 1881 yılında Selanik’te doğmuştur. Kitapta yer alan bazı anılar şunlardır:
Mustafa Kemal 1909-1910 yıllarında orduda itibar kazanmış bir subaydı. Bu yıllarda ordunun İttihat ve Terakki Cemiyetinden ayrılması yönünde tartışmalar yapılıyordu. Atatürk’ün görüşü ordunun cemiyet ile ilişkilerini koparması yönündeydi ve bu görüşlerini yüksek sesle dile getiriyordu. Fakat cemiyet içindeki karşıt fikirliler Mustafa Kemal’e bir suikast girişiminde bulundular. Ancak bu suikast başarısızlıkla sonuçlandı. Mustafa Kemal’in Selanik’teki faaliyetlerinden ve askerî birlikler üzerindeki etkisinden rahatsız olanlar, İstanbul’daki Genelkurmay Başkanlığına tayin ettirirler. Kitabın bu bölümünde Mustafa Kemal’in mektuplarına ve Bozok’un cevaplarına yer verilmektedir. Mustafa Kemal yazdığı mektuplarda, vatanı kurtarmak için kendisini engellemeye çalıştıklarını ancak bunu başaramayacaklarını belirtmektedir.
İtalyanların Trablus’a saldırmaları üzerine buraya giden Mustafa Kemal, bu dönemde yazdığı mektupların ele geçme tehlikesine karşı Şerif takma adını kullanır. Balkan Savaşının başlaması üzerine İstanbul’a döner. Mustafa Kemal İstanbul’da Salih Bozok ile ilk görüşmesinde “Selanik’i, o güzel memleketi nasıl bıraktınız?” der. Mustafa Kemal önce Sofya’ya ataşe olarak atanır, daha sonra Çanakkale’ye görevlendirilir. Bu dönemde yazdığı mektuplarda, Almanların Birinci Dünya Savaşından yenik ayrılacağını çok önceden öngörmüştür. Bu mektuplardan biri çok ilginçtir ve “bir an yılgınlığa düştüğünü ve emekli olarak, bir köşeye çekilmek istediğini fakat kalbinde ki vatan aşkından dolayı bunu yapamadığını” söylemektedir.
Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşlarındaki başarılarından sonra Ordu Komutanı olarak Diyarbakır’a atanır. Bunun üzerine Salih Bozok’a yazdığı mektupta kendisini yaveri olarak görevlendirmek istediğini söyler. Salih Bozok ise hiç düşünmeden bu teklifi kabul eder. Mustafa Kemal daha sonra 7. Ordu Komutanlığına getirilir. Fakat bu durum bir Alman generalin komutası altına girmesi demektir. Kitabın bu bölümünde Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki olaylara yer verilmektedir. Mustafa Kemal Enver Paşa’ya istifasını verir. Enver Paşa, Mustafa Kemal’i ikna eder ve 2.Ordu Komutanlığına atanır. Fakat Mustafa Kemal yine Enver Paşa ile anlaşamaz ve istifa eder. Bu arada Mustafa Kemal’e yönelik planlanan ve uygulanamayan bir suikast girişiminden de bahsedilmektedir.
Kitabın bundan sonraki bölümünde Millî Mücadele öncesi ve Millî Mücadele dönemi ile ilgili anılara, mektuplara ve ilginç olaylara yer verilmektedir. Salih Bozok, Erzurum ve Sivas Kongresi dönemlerinde Atatürk ile birlikte askerlik görevinden istifa etmiştir. Mustafa Kemal, 1919 Ağustos ayında annesine yazdığı bir mektupta “Hareketimizin somut neticelerini bütün dünya görecektir” demektedir.
Mustafa Kemal ile Yunan general Trikopis arasında geçen bir konuşma da kitapta yer alan anılardan biridir. Bu konuşmada Mustafa Kemal Trikopis’e, Napolyon’u örnek göstererek en büyük kumandanların bile esir düşebileceğini söylemekte ve moral vermektedir. Mustafa Kemal’in Latife Hanım ile evliliği, Zübeyde Hanım’ın hayatını kaybetmesi, Mustafa Kemal - Latife Hanım ayrılığı, Atatürk ile İsmet İnönü arasında yaşanan gerginlik
kitapta yer alan diğer anılardır.
Kitabın son bölümünde ise Atatürk’ün hastalığı ve son dönemleri ile ilgili anılara ve duygulara yer verilmiştir. Atatürk’ün hastalığı döneminde Salih Bozok her zaman Ata’sının yanında olmuştur. Bozok yazdığı mektuplarla Atatürk’ün sağlığı hakkında İnönü’yü sürekli bilgilendirmiştir. İnönü ise yazdığı cevaplarda üzüntülerini dile getirmiştir. Bu sırada Atatürk’ün hastalığı ilerlemekte ve bir türlü çare bulunamamaktadır. Ve 10 Kasım 1938 günü Ulu Önder hayatını kaybeder. Ölüm haberini duyan Salih Bozok hemen bir odaya girer ve Ata’sına kavuşmak için intihar girişiminde bulunur. Kitabın bundan sonraki bölümünde tanıkların ifadelerine yer verilmektedir. Bu ifadelere göre Bozok, kalbine doğru ateş etmiş fakat şans eseri kurşun kalbini sıyırıp geçmiştir. Hemen hastaneye kaldırılan Bozok kurtarılır. Yine bu ifadelere göre Salih Bozok, Atatürk’ün ölümü durumunda intihar etmeyi daha önceden planlamış hatta doktorlara kalbin neresine kurşun isabet ederse insanın öleceğini sormuştur.
İntihar girişiminden ameliyatla kurtulan Salih Bozok 1941 yılında hayatını kaybeder ve çok sevdiği ATA’sına kavuşur.
Osmanlı Türk değildir, Osmanlıyı Türkler kurmadı
OSMANLI TÜRK DEĞİLDİR & OSMANLIYI TÜRKLER KURMAMIŞTIR
Osmanlı Türk mü? Türkler mi kurdu? Bilindiği üzere birçok tarihçi Osmanlı Türk mü, değil mi diye tartışır. Çoğunlukla Türk sayarlar, en çok da Türkiyedeki tarihçiler Osmanlıyı Türk kabul eder; fakat hakikat aslında öyle değildir. Bütün deliller ise tam tersini ıspatlamaktadır. Osmanlıya kavimsel olarak Türk dendiği özellikle son 100 yılda yazılmış kitaplarda görülür, daha öncesinde böyle birşey yoktur. Avrupa “Türk” kelimesini ırki manada kesinlikle kullanmamıştır. Osmanlıyı Türk sayanlar hep batılı ve Hıristiyan kaynaklardır. Ne Osmanlı kendini Türk saymıştır, ne diğer Türk/İslam devletleri onları Türk saymıştır. Osmanlı ise hiç bir zaman kendine ne Türk demiştir, nede Türklüğü kabul etmiştir. Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. Bu belgelerde Tek bir Türkçe kelime yoktur. Osmanlının Türk olmadığını maddelerle açıklayalım. 1. Osmanlının kayı boyundan olduğu söylenir fakat böyle bir delil veya ıspat yoktur. İlk Osmanlı parasında Kayı boyu tamgası olduğu tamamen uydurmadır. Olsaydı bile Osmanlıyı Türk saymak için kanıt sayılamaz. Osmanlı devletinin ilk parası: Kayı boyunun damgası nerede? Görebilen var mı? 1597’de Şerefhan tarafından yazılan Şerefname'de “Rum hükümdarı Fatih Sultan Mehmet” diye geçiyor. Yunan ve Rum tarihçilerde Fatih Sultan Mehmedin Rum kökenli olduğunu söylüyor. Rumların o dönemde nüfus olarak çoğunlukta olduğu belli oluyor. Demek ki Türkmenler azınlıkmış. Fatih Sultan Mehmet lakaplı Osmanlı Sultanı 2. Mehmet’in Müslüman değil, Hıristiyan olduğunu geçen yıl ünlü yazar Çetin Altan yazmıştı. Fatih Sultan Mehmet Kaiser-i Rum (keizer) olan ünvanı kullanmıştır, bu Hıristiyanların ünvanıdır. Şu an Anadoludaki eski şehir, ilçe vs isimlerinin çoğu Cumhuriyetin ardından değiştirilip Türkçeleştirilmiştir. Mesela İstanbul’un resmi ismi 1930’lara kadar Konstantiniyye idi. Arapçada “Konstantin’in şehri” manasına gelir. Konstantiniye’nin adı 1930’da çıkarılan bir kanun ile değiştirilerek İstanbul yapılmışır. Osmanlı kayıtlarındada 1920lere kadar İstanbulun adı Konstantiniyye diye geçer. Ki zaten İstabul kelimeside Yunancadır. İstanbul: Grekçe; Eis Ten Polin (Şehire doğru), Osmanlının Constantinopoli feth edip İstanbul yapması tarihi bir yalandır. İstanbul adı 1930’da verilmiştir. 1a.Osmanlı hiç bir zaman Türkçe konuşmamıştır. Osmanlıca Arapça ve Farsça karışımı dildi. Bilinenin aksine Osmanlıca denen yapay dil Türkçe değildir. Türkçede çok fazla Arapça ve Farsça kelime olduğu için böyle sanılıyor. Osmanlıda saray dili Persçeydi. Osmanlının kullandığı alfabede Pers alfabesiydi. Arapça ve Farsça yazan, konuşan ediplerin, Türkçe konuşan ve yazanlardan daha üstün tutulmaları sebepsiz değildir. 2. Bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedanda bu kan yabancılığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti. 3. Osmanlı şairlerinden Baki'nin, "Muhteşem Süleyman" olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle: "Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz. Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır. Türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur." Yine bir Osmanlı şairi olan Nef'i ise; "Tanrı, Türke irfan çeşmesini yasaklamıştır" demiştir. Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, "Baban da olsa Türkü öldür" nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün İslam Peygamberi Hz. Muhammet'e ait olduğunu vurgulamaktadır. Sadece bir kıtasını yineleyelim: Osmanlı sarayının devşirme yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi'nin 1499 yılında yazdığı şiirin bir kıtası şöyledir: SAKIN TÜRK'Ü İNSAN SANMA BİR AN BİLE OLSA TÜRKLE OLMA TÜRK ELİNE ŞEKER OLSA,O ŞEKER ZEHİR OLUR TÜRK'ÜN BAŞINI KESERKEN SAKIN GAM YEME BABAN BİLE OLSA TÜRK'Ü ÖLDÜR. 4. Anadolu’da öldürülen Türk sayısı, Yavuz Sultan Selim zamanında 50.000 kadardır. Bu gerçek Osmanlı İmparatorluğu'nun Türklükle alakası olmadığının açık bir kanıtıdır. 5. Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır: "Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok.” Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır. Osmanlı tarihçisi Naima "Tarihi"nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır. 6. Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır. Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır: "Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar." 7. Osmanlı düşüncesinde, "kavmi necip" olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; "Türk" deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. "Türk hükümeti", "Türk ordusu", "Türk ülkesi" deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. 8. Osmanlı Efendisine Türk demek hakaret sayılmış, "Türk" sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. Yani Türk kelimesi aşağılamak ve küfür yerine kullanılırmış. Irki bir anlam taşımıyor ve sadece cahil köylüleri aşağılamak söylenirdi. 9. İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türke kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır. 10a. Devlet-i Aliyye Devri'nde, Başbakanlara, Sadrazam deniyordu. 624 yıllık Osmanlı devrinde, 215 sadrazam oldu. Ve sadece 78'inin Türk asıllı olduğu iddia ediliyor. Yani en 197 sadrazam Türk soyundan değildi. Bu 78 Türk olduğu iddia edilen sadrazamlarda büyük olasılıkla uydurmadır. Böyle birşey gerçek değildir. Son yıllarda yazılan tarih kitaplarında yer alır ancak. Eski tarih kitaplarında böyle birşey yer almaz. 10b. Osmanlı vezirlerinin içinde tek bir Türk yoktur. 11. Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. Anadoluda tarikatlar içinde, Türk kökenli olanları, doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. "Kaba Türk", "Anlayışsız Türkler", "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu. 12. Osmanlı yönetiminde Türke yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir: "Türk değil mi, Merzifon'un eş.ği, Eş.k değil, köp..ten de aşağı."
13. Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. Ne dini, ne dili, ne ırkı, ne davranışı Türklükle alakası olmayan Osmanlıya “Türk” demek kadar komik ve saçma birşey olamaz. Dünyada böyle birşey ne görülmüştür, nede duyulmuştur. 14. Osmanlı yönetimi, kendilerini Türk olarak görmedikleri için, Türk kökenliler "azınlık" konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: "Türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün 'Türk' veya Türkmen' olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında, 'Türk kafa' diye homurdanırsın. Büyük genetik araştırmaların hepsi Orta Asyadan Anadoluya gelmiş Türkmenlerin azınlık olduğunu ıspatlamıştır. BAKINIZ, ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA GELMİŞ TÜRK GENİ %9 Bu araştırma dünyanın en büyük 3. Üniversitesi olan Stanford Üniversitesi tarafından yayımlanmıştır. Son iki cümleyi okuyun. Daha detaylı versiyonu: %9 Türk Türkiyedeki Genetik uzmanlarıda Anadoluda Orta Asya kökenli gen taşıyanların çok az olduğunu söylüyor. Dr. Wells: “Anadolu'da Türk dili ve kültürünün yayıldığını biliyoruz. Ancak genetik veriler, Selçuklu ile Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türk geninin burada fazla yayılmadığını gösteriyor. Kendinizi “Türk” sayabilirsiniz, ama kökleriniz başka yere uzanabilir”. İTÜ İnsan ve Toplum Bilimi bölümü öğretim üyesi, antropolog Timuçin Binder: “Bu rakam ortalama yüzde 10-15 civarında. Yani Orta Asya'dan bu topraklarda yaşayanların yüzde 10-15'i gelmiş ve nüfus yapısını da değiştirememişler. Hiç de Orta Asya'dan Anadolu'ya 'bir kısrak başı gibi uzanan' bir durum söz konusu değil. Orta Asya göçü bir efsane”. 15. Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı'nın, Türke yaklaşımından farklı değildi. Avrupa Türk ismini aşagılamak için kullanırdı, Osmanlıda öyle. Önemle ifade edelim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini Müslüman tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler. Pakistandaki sözlüklerde de, Türk kelimesi açıklanırken, “mahbûb ve müslim” kelimeleriyle açıklanmaktadır. Osmanlı döneminde müslüman osmanlı ahalisine etnik farkı gözetilmeksizin “Türk” denirdi. Avrupalılar Türk kelimesini kullanırken Araplar dahil birçok müslüman halkı kastederek Türk demişlerdir. Yani Avrupa Türk derken müslümanları kastediyordu. Bu Türkiye (Turchia) ismi Selçuklunun Anadoluyu almasından süregelmiş bir kelimedir. Anadolu’ya “Türkiye” denmesinin sebebi Selçuklu Türklerinin Anadoluda nüfus çoğunluğu olduğu için değildir, Anadoluyu hakimiyeti altına alıp kontrol etmelerinden dolayıdır çünkü Anadoluya Türkmen askerler gelmiş ve bu militer güçle Anadoluya hakim olmuşlar. Kim hakimse onların ülkesi denmiş, ama Türkler hiç bir zaman nüfus çoğunluğuna sahip olmamıştır. Halende öyledir. Türkmenler ise feth ettikleri yerlere Rumların ülkesi demeye devam etmiştir. Makedonya Kalkınma Partisi Genel Başkanı İdris Fatih Şahin; ''Makedonya’da Türk dendiği zaman Müslümanlık, Müslümanlık denince Türklük anlaşılır. Onun içindir Ki; “Türküm elhamdülillah” denildiği zaman, Müslüman’ım elhamdülillah denildiği anlaşılır. Balkanlarda Türklük ile Müslümanlık birbirinden ayrılmaz bir parçadır. Dünyada en çok asimile faaliyetlerinin Balkanlarda yapılması; bölgede yaşayan Arnavut, Boşnak, Makedon, kardeşlerimizin Müslüman oluşlarındandır. Müslüman denince Türk, Türk denince Müslüman anlaşıldığı için, Balkanlarda kıyım, zulüm, misyonerlik hat safhadadır.'' Avrupa’lı bugün bile kuzey ve batıdaki Müslümanlara Boşnak da olsa, Bulgar da olsa, Makedon da olsa hepsine de “Türk” demektedir. Aslında “Türkler geliyor” derken müslümanları kastetmiştir. Ama Osmanlı Türklüğü hiçbir zaman kabul etmemiştir çünkü Türk değildi. Osmanlı Türkmenlere “Etrak-ı bi idrak = anlama kaabiliyeti olmayan Türkmenler” (bu ibare, Osmanlı döneminde Türkmenler’e yakıştırılan bir ibaredir). Osmanlı Padişahına “Türk” dense, kendine hakaret edildi diye söyleyenin kafasını vurdururdu. Osmanlı devletinin Paris elçisi Mehmet Sait Halit bey’in Fransız başkentinde Türk olarak anılmasından dolayı gururunun incindiği, gücendiğinden bahsedilmektedir. 1897’ye kadar da Osmanlı imparatorluğunda Türk kavramı çok nadiren kullanılıyordu. Kullanıldığı durumlarda da en uç düzeyde küçümseme sıfatı olarak, mesela Türk kafalı, kullanılıyordu. 16. Ancak biz başa dönerek, Osmanlı yönetiminin birinci derecede yöneticisi konumunda olan padişahların kökenlerine bir kez göz atalım. İlk Osmanlı Padişahı Osman beyin annesinin Türk, Mo(n)gol veya Acem kökenli olduğuna dair rivayetler varsa da, bunlara ait bir kanıt bulunamamıştır. Osman bey denen birisinin olduğuda meçhul aslında. Sözde Osman Beyin iki eşi vardı, Mal ve Bala Hatunlar. Her ikisininde Mogol asıllı olduğu iddia edilsede herhangi bir kanıt yok. 1 -Gazi sultan Murat Han - annesi; Rum Horofira (Nilüfer hatun) 2 -Beyazıt Han - annesi; Bulgar Marya (Gülçiçek) 3 -Çelebi Mehmet Han - annesi; Bulgar Olga 4 -II. Murat Han - annesi; Veronika 5 -II. Mehmet Han (Fatih) - annesi; Sırp Mara Despina 6 -II. Beyazıt Han - annesi;Rum Kornelya (Gülbahar hatun) 7 -Yavuz Sultan Selim -annesi; Beti, Anita, Suzi, Liliana, Katherin, Nina, Martha ve Danilova... tartışmalı 8 -I.selim Han 9 -Kanuni Sultan Süleyman -annesi; Leh yahudisi Helga (Hafsa ) 10-I. Selim Han (sarı) - annesi;Rus Roksalan (Hürrem sultan) 11-III.Murat Han - annesi; Yahudi Raşel 12-III.Mehmet Han - annesi; Venedikli Bafa (Safiye sultan) 13-I. Ahmet Han - annesi; Yunanlı Helen 14-I. Mustafa Han - annesi; Anastasia (Mahpeyker Kösem s.) 15-II. Osman Han - annesi; Evdoksia (Mahfiruz sultan) 16-IV. Murat Han - annesi; Anastasia (Mahpeyker Kösem sultan) 17-I. İbrahim Han - annesi; Anastasia (MahpeykerKösem sultan) 18-IV. Mehmet Han - annesi; Rus Nadya (Hatice Turhan sultan) 19-II. Süleyman Han - annesi; Rus Nadya ( Hatice Turhan sultan) 20- II. Ahmet Han - annesi; Polonyalı Eva 21- II. Mustafa Han - annesi; Rum Evemia (Emetullah Gülnuş) 22-III. Ahmet Han - annesi; Rum Evemia 23-I. Mahmut Han - annesi; Alekssandra 24-III. Osman Han - annesi; Sırp Mari 25-III Mustafa Han - annesi; Fransız Janet (Mihrişah sultan) 26-I. Abdulhamit Han - annesi; Fransız İda ( Rabia sultan) 27-III.Selim Han 28-IV. Mustafa Han - annesi; Bulgar Sonya ( Saniyeperver s.) 29-II. Mahmut - annesi; Fransız Aimee (Nakşıdil sultan) 30-I. Abdulmecit Han - annesi;Yahudi Suzi ( Bezm-i Alem sultan) 31-Abdulaziz Han - annesi; Besime (pertevniyal sultan) 32-V. Murat Han - annesi; Fransız Vilma (Şevkefsa sultan) 33-II. Abdulhamit Han - annesi; Ermeni Virjin ( Tirimüjgan) 34-Mehmet Reşat Han - annesi; Arnavut Sofi ( Gülcemal s.) 35-Mehmet Vahdettin Han - annesi; Henriet ( Gülustu sultan)
GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ TEK BİR TÜRK YOKTUR OSMANLININ İÇİNDE. 17. Osmanlının mutfak kültürü orta asyadan çok farklıdır. Osmanlıda zeytinyağlı yemeklerin neredeyse tamamı bizans mutfağıdır. 18. Türk musikisi, sanat müziği denilen şey bizans müziğidir. Kullanılan enstrümanlar hemen hemen aynıdır. Hatta “Musiki” kelimesi bile Yunancadır. 19. Sultan Selim’in 50.000 bin Türkmeni kestiğinide bilmezsiniz belki. Osmanlı devleti Türkleri teker teker kılıçtan geçirdiği halde nasıl olurda Osmanlı devleti'nin Türk soyundan geldiğini söylerler. 20. İlk 1481 yılından kurulan Galatasaray Lisesi 1868 yılında Abdülaziz tarafından Mekteb-i Sultani adında tekrar açıldı. Eğitim dili Fransızcaydı ve Türkçe yasaktı. Rumca, Ermenice, Latince, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça v.b. öğretilirdi. Kurulduğundan beri Türkmenler hiç bir zaman alınmamıştır bu mektebe.. Gördüğünüz gibi Mektebi Sultanide Rumca, Ermenice, Latince, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça v.b. öğretilirdi ama hiçbir zaman Türkçe öğretilmemiştir ve Türkmen öğrenciler hiçbir zaman bu mektebe alınmamıştır. Bu nasıl Osmanlı ki Türkçe yasak ve Türkmen öğrenciler bu mektebe alınmıyor? Tarihte böyle birşeye rastlanmamıştır. Osmanlının Türk olması mümkün değildir. 21. Osmanlı döneminde bir müslümanlaştırma politikası vardır, ancak Osmanlı devletinin Türkleştirme gibi bir politikası olmamıştır, çünkü Osmanlı zaten Türk değildi. 22. Osmanlının kuruluş yeri Bileciktir. Edirne Fetret Devri'nden sonra Osmanlı'nın başkenti olmuştur, 1413'den önce (daha doğrusu 1402'den önce) Osmanlı'nın başkenti Bursa'dır, Edirne 1413'e kadar sadece Osmanlı'nın Rumeli Beğlerbeğliği'nin merkezliğini yapmıştır. Edirne'nin başkent olması Osmanlı'nın Rumeli'ye verdiği önemi, Rumeli'nin Osmanlı'nın anavatanı olduğu tezini doğruluyor. Osmanlının kökeni Rumelidedir. Zira bir batılı tarihçinin de dediği gibi Rumeli'deki toprakları Osmanlı İmparatorluğu için bir varlık nedeniydi, toprakları kaybedince o da çöktü tezi doğruluk payı içermektedir. (Balkan Savaşları ve sonrası) Osmanlının başkentleri: Bursa (1335-1365) Edirne (1365-1453) İstanbul (1453-1922) Görüldüğü gibi başkentler Rumların nüfus olarak çoğunluk olduğu yerde kurulmuş. Başkentlerin Rumelide kurulması herşeyi anlatıyor. Osmanlı sadece Saraybosnada 232 han, 18 kervansaray, 10 bedeste ve 42 köprü yaptırmış diğer medreseler, binalar hariç. Yatırımlarda ve zenginlikte Rumeli her zaman Anadolunun ilerisindeydi. Osmanlı Anadoluya pek yatırım yapmamıştır. Ne büyük çelişki. 23a. Osmanli hukumdarı Fatih Sultan Mehmed Hanın, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan ile, 11 Ağustos 1473’te, Otlukbeli mevkiinde büyük meydan muharebe yapmıştır. Halbuki bunların ikisininde Türk olduğu iddia ediliyor. Neden iki Türk savaş yapsın ki? Demek ki Fatih Sultan Mehmet Türk değil. Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih bile, Otlukbeli Savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve "İşine devam et" demiştir. b. Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim neden 1514 yılında Şah İsmail ile Çaldıran Meydan Muharebesi yaptı? Şah İsmail Türk değil miydi? c. Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıd neden 1402 yılında Timur ile Ankara savaşı yaptı? “Biz ki Muluk-i Turan, Emir-i Türkistan'ız: Biz ki Türk oğlu Türk'üz; Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu Türk'ün başbuğuyuz!..." Diyen Timur Türk değil miydi? 24. Osmanlı arması İngilizler tarafından yapıldı. Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını osmanlı armasını dizayn etmiştir. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Selman Can, Osmanlı Devleti'nin sembolü haline gelen 'Osmanlı arması' fikrinin İngiltere Kraliçesi Victoria'dan çıktığını söyledi. Osmanlı'da arma geleneğinin bulunmadığını belirten Can, Kraliçe Victoria'nın 19. yüzyılda arma tasarımı yaptırarak, Sultan Abdülmecid'e hediye ettiğini söylüyor. Sonuç Osmanlı’nın kesinlikle Türk olmadığı bellidir. Osmanlı kendini Türk olarak nitelendirmemiştir hatta Türk kelimesinin anlamı Osmanlı için bir aşağılama terimiydi. Osmanlı Şairleri Türkleri aşağılayan şiirler yazmıştır. Osmanlı sadrazamlarının hiçbiri Türk değildir. Osmanlı Türkçe konuşmamıştır. Osmanlı okullarına Türkler alınmamıştır. Saray dili ve alfabesi Persçeydi. Osmanlı Türkleri kesmiştir. Osmanlı Padişahlarının anneleri Türk değildir. Görünen o ki kurucusuda Türk değildir. Prof. Dr. Aslıhan Tolun, “Anadoludaki Türklerin gen yapısı Asya'daki Türkçe konuşan toplumlardan çok, Anadolulu çıkıyor. Genetik yapı olarak, Orta Asya'dan çok Yunanistan, Bulgaristan gibi komşularımıza benziyoruz. NOT: Bu yazı bütün uyduruk ve yapay türk tarih kitaplarını değiştirecektir. ==Dipnotlar== 1) Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan... C.2, s.440. 2) Burhan Oğuz'dan aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 118. 3) Aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 121. 4) Çetin Yetkin, Türk Halkı... s.161. 5) Naima Mustafa Efendi, Tarih-i Naima, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, İstanbul, C.1, s.168, 238, C.2 s.536. C.3, s.1180, C.4 s.169. 6) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12. 7) Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.

Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen'den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s.1. 9) Hikmet Bayur, a.g.y., s.15. 10) Hikmet Bayur, a.g.y., s.17. 11) Özer Ozankaya, Türkiye'de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253. 12) Özer Ozankaya, a.g.y., s.121. 13) Warshew'den aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s. 311. 14) Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.26. 15) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145. 16) Esat Kamil Erkut, a.g.y., s.63. 17) M.Rauf İnan, Atatürk'ün Evrenselliği, Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198. 18) Ramsay'dan aktaran, Bernard Lewis, a.g.y., s.331. 19) Türkoloji uzmanı Cahun'dan aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.308. 20) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, İstanbul, 1971, s.24, 25.
TARİH BİLİNCİ
Tarihini bilmeyen toplumlar, hafızası olmayan insana benzerler. Geçmişten ders alabilmek için, tarihi iyi bilmek gerekir.
Oysa bizim toplumumuzda : “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” (İnsan hafızası unutma ile sakatlanmıştır.) özdeyişi tam anlamıyla geçerlidir. Biz toplum olarak çok çabuk unuturuz. Bunun için tarih bilincini uyanık tutmak gereklidir.
Atatürk bu nedenle, TÜRK TARİH KURUMU’NU kurmuştur. Türk tarihinin araştırılmasını istemiştir. Bu kurumun ayakta kalması için de mirasının bir kısmını Türk Tarih Kurumu’na bırakmıştır.
Atatürk bilim adamlarına değer verir, saygı gösterirdi. Tarih Kurumu ile ilgili çalışmalar sürerken bir gün, ünlü tarihçi Ahmet Refik Beyi Çankaya’ya davet eder. Ahmet Refik’le sohbet sürerken, Ata’nın çocukluk arkadaşı Nuri Conker söze karışır. Ahmet Refik Beyi eleştirir:
“Bir insan Cumhurbaşkanının huzuruna gelirken tıraş olmaz mı ?” diye adeta azarlar. Ahmet Refik Bey gerçekten birkaç günlük sakalıyla Çankaya’ya gelmiştir. Çok mahcup olur, utanır. Büyük devlet adamı Atatürk, bilim adamının imdadına yetişir:
“Siz Nuri’ye bakmayın Ahmet Refik Bey!” der. “O, insanın kafasındaki kütüphaneyi görmez de, çenesindeki kılı görür.” diye iltifat ederek, Ahmet Refik Beyi rahatlatır.
Türk Tarih Kurumunun çalışmaları sonucunda, Türklerin şanlı geçmişi ve tarihi ortaya çıkar. Oysa Osmanlı vakanüvisleri Türklerin geçmişinden sözetmemekte, sadece Ertuğrul Beyle başlayan Kayı boyunun ve daha sonra Osmanlı’nın tarihini anlatmaktadırlar. Üstelik bu tarihçiler, padişahtan maaş aldıklarından, saltanattan da çekindiklerinden objektif değerlendirmelere yer verememektedirler.
Ünlü Fransız Şair ve tarihçisi Lamartin, şiirsel bir anlatımla Osmanlı Tarihi adlı yapıtını kaleme almış. Bu ünlü şair ve yazar, kitabının son bölümünde : “Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve sahibi Türk ırkı, bir azınlık durumuna düştü. Bu durum Türk Milletini ve bütün Müslümanları üzerken, Türk ve Müslüman olmayan topluluklar ayrıcalıklı duruma geçtikleri için sevindiler.” demektedir.
Osmanlı padişahlarının çoğu devşirme cariyelerle birlikte olmuş, bunlardan doğan çocuklar da tahta çıkmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Çandarlı Halil Paşa’yı kayınpederi Rum Zağanos Paşa’nın etkisi ile öldürttükten sonra, Vezir-i Âzamların büyük çoğunluğu devşirmelerden olmuştur. Kanuni’nin sadrazamları Pargalı Frenk İbrahim Paşa, Damat Rüstem Paşa ile Sokullu Mehmet Paşa devşirmedir. 40.000 Türkü kuyulara doldurup öldürten, padişah I.Ahmet tarafından taltif edilen Kuyucu Murat Paşa da Sırp ırkındandır.
Osmanlı, Türkleri hep aşağılamıştır. Türklere Etrak-i biidrak (idraksiz Türkler) demişlerdir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve sahibi olan Türklerin günümüzdeki durumları da pek iç açıcı değil. Acaba rahmetli Aziz Nesin haklı mıydı?
Atatürk ne diyor? Anımsayalım:
· Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz
· Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.
*Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.
*Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, başına geçireceği insanların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevheri asliyi tayin etmekten bir an uzak olmasın.
Ara sıra tarihin ibret dolu sayfalarını karıştırıp, günümüze ışık tutmak mümkündür. Politikacılarımız tarih okuyorlar mı?
Av. Ergül Aykol
İLK KURŞUN
OSMANLI TÜRK MÜ OSMANLIYI TÜRKLER Mİ KURDU?
Bilindiği üzere birçok tarihçi Osmanlı Türk mü, değil mi diye tartışır. Çoğunlukla Türk sayarlar, en çok da Türkiyedeki tarihçiler Osmanlıy Türk kabul eder; fakat hakikat aslında öyle değildir. Bütün deliller ise tam tersini ıspatlamaktadır. Osmanlıya Türk dendiği özellikle son 100 yılda yazılmış kitaplarda görülür, daha öncesinde böyle birşey yoktur. Avrupa Türk kelimesini ırki manada kesinlikle kullanmamıştır. Osmanlı ise hiç bir zaman kendine ne Türk demiştir, nede Türklüğü kabul etmiştir.
Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. Bu belgelerde Tek bir Türkçe kelime yoktur.
Osmanlının Türk olmadığını maddelerle açıklayalım.
1. Osmanlının kayı boyundan olduğu söylenir fakat böyle bir delil veya ıspat yoktur.
İlk Osmanlı parasında Kayı boyu tamgası olduğu tamamen uydurmadır. Olsaydı bile Osmanlıyı Türk saymak için kanıt sayılamaz.
Osmanlı devletinin ilk parası:
***********************************
Kayı boyunun damgası nerede? Görebilen var mı?
1597’de Şerefhan tarafından yazılan Şerefname'de “Rum hükümdarı Fatih Sultan Mehmet” diye geçiyor. Yunan ve Rum tarihçilerde Fatih Sultan Mehmedin Rum kökenli olduğunu söylüyor. Rumların o dönemde nüfus olarak çoğunlukta olduğu belli oluyor. Demek ki Türkmenler azınlıkmış.
Fatih Sultan Mehmet lakaplı Osmanlı Sultanı 2. Mehmet’in Müslüman değil, Hıristiyan olduğunu geçen yıl ünlü yazar Çetin Altan yazmıştı.
Şu an Anadoludaki eski şehir, ilçe vs isimlerinin çoğu Cumhuriyetin ardından değiştirilip Türkçeleştirilmiştir. Mesela İstanbul’un resmi ismi 1930’lara kadar Konstantiniyye idi. Arapçada “Konstantin’in şehri” manasına gelir. Konstantiniye’nin adı 1930’da çıkarılan bir kanun ile değiştirilerek İstanbul yapılmışır. Osmanlı kayıtlarındada 1920lere kadar İstanbulun adı Konstantiniyye diye geçer.
Ki zaten İstabul kelimeside Yunancadır.
İstanbul: Grekçe; Eis Ten Polin (Şehire doğru),
Osmanlının Constantinopoli feth edip İstanbul yapması tarihi bir yalandır. İstanbul adı 1930’da verilmiştir.
1a.Osmanlı hiç bir zaman Türkçe konuşmamıştır. Osmanlıca Arapça ve Farsça karışımı dildi. Bilinenin aksine Osmanlıca denen yapay dil Türkçe değildir. Türkçede çok fazla Arapça ve Farsça kelime olduğu için böyle sanılıyor.
Osmanlıda saray dili Persçeydi. Osmanlının kullandığı alfabede Pers alfabesiydi.
Arapça ve Farsça yazan, konuşan ediplerin, Türkçe konuşan ve yazanlardan daha üstün tutulmaları sebepsiz değildir.
2. Bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedanda bu kan yabancılığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti.
3. Osmanlı şairlerinden Baki'nin, "Muhteşem Süleyman" olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle:
"Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz.
Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır.
Türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur."
Yine bir Osmanlı şairi olan Nef'i ise; "Tanrı, Türke irfan çeşmesini yasaklamıştır" demiştir.
Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, "Baban da olsa Türkü öldür" nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün İslam Peygamberi Hz. Muhammet'e ait olduğunu vurgulamaktadır. Sadece bir kıtasını yineleyelim:
Osmanlı sarayının devşirme yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi'nin 1499 yılında yazdığı şiirin bir kıtası şöyledir:
SAKIN TÜRK'Ü İNSAN SANMA
BİR AN BİLE OLSA TÜRKLE OLMA
TÜRK ELİNE ŞEKER OLSA,O ŞEKER ZEHİR OLUR
TÜRK'ÜN BAŞINI KESERKEN SAKIN GAM YEME
BABAN BİLE OLSA TÜRK'Ü ÖLDÜR.
4. Anadolu’da öldürülen Türk sayısı, Yavuz Sultan Selim zamanında 50.000 kadardır. Bu gerçek Osmanlı İmparatorluğu'nun Türklükle alakası olmadığının açık bir kanıtıdır.
5. Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır: "Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok.” Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.
Osmanlı tarihçisi Naima "Tarihi"nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır.
6. Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır. Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır: "Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar."
7. Osmanlı düşüncesinde, "kavmi necip" olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; "Türk" deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. "Türk hükümeti", "Türk ordusu", "Türk ülkesi" deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu.
8. Osmanlı Efendisine Türk demek hakaret sayılmış, "Türk" sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. Yani Türk kelimesi aşağılamak ve küfür yerine kullanılırmış. Irki bir anlam taşımıyor ve sadece cahil köylüleri aşağılamak söylenirdi.
9. İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türke kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.
10a. Devlet-i Aliyye Devri'nde, Başbakanlara, Sadrazam deniyordu. 624 yıllık Osmanlı devrinde, 215 sadrazam oldu. Ve sadece 78'inin Türk asıllı olduğu iddia ediliyor. Yani en 197 sadrazam Türk soyundan değildi. Bu 78 Türk olduğu iddia edilen sadrazamlarda büyük olasılıkla uydurmadır. Böyle birşey gerçek değildir. Son yıllarda yazılan tarih kitaplarında yer alır ancak. Eski tarih kitaplarında böyle birşey yer almaz.
10b. Osmanlı vezirlerinin içinde tek bir Türk yoktur.
11. Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. Anadoluda tarikatlar içinde, Türk kökenli olanları, doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. "Kaba Türk", "Anlayışsız Türkler", "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu.
12. Osmanlı yönetiminde Türke yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:
"Türk değil mi, Merzifon'un eş.ği,
Eş.k değil, köp..ten de aşağı."
13. Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı.
Ne dini, ne dili, ne ırkı, ne davranışı Türklükle alakası olmayan Osmanlıya “Türk” demek kadar komik ve saçma birşey olamaz.
Dünyada böyle birşey ne görülmüştür, nede duyulmuştur.
14. Osmanlı yönetimi, kendilerini Türk olarak görmedikleri için, Türk kökenliler "azınlık" konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: "Türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün 'Türk' veya Türkmen' olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında, 'Türk kafa' diye homurdanırsın.
Büyük genetik araştırmaların hepsi Orta Asyadan Anadoluya gelmiş Türkmenlerin azınlık olduğunu ıspatlamıştır.
BAKINIZ, ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA GELMİŞ TÜRK GENİ
Bu araştırma dünyanın en büyük 3. Üniversitesi olan Stanford Üniversitesi tarafından yayımlanmıştır.
Son iki cümleyi okuyun.
Türkiyedeki Genetik uzmanlarıda Anadoluda Orta Asya kökenli gen taşıyanların çok az olduğunu söylüyor
Dr. Wells: “Anadolu'da Türk dili ve kültürünün yayıldığını biliyoruz. Ancak genetik veriler, Selçuklu ile Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türk geninin burada fazla yayılmadığını gösteriyor. Kendinizi “Türk” sayabilirsiniz, ama kökleriniz başka yere uzanabilir”.
15. Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı'nın, Türke yaklaşımından farklı değildi.
Avrupa Türk ismini aşagılamak için kullanırdı, Osmanlıda öyle.
Önemle ifade edelim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini Müslüman tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler. Pakistandaki sözlüklerde de, Türk kelimesi açıklanırken, “mahbûb ve müslim” kelimeleriyle açıklanmaktadır.
Hatta Avrupalılar Türk kelimesini kullanırken Araplar dahil birçok müslüman halkı kastederek Türk demişlerdir. Yani Avrupa Türk derken müslümanları kastediyordu.
Avrupa’lı bugün bile kuzey ve batıdaki Müslümanlara Boşnak da olsa, Bulgar da olsa, Makedon da olsa hepsine de “Türk” demektedir. Aslında “Türkler geliyor” derken müslümanları kastetmiştir.
Bu Türkiye (Turchia) ismi Selçuklunun Anadoluyu almasından süregelmiş bir kelimedir.
Anadolu’ya “Türkiye” denmesinin sebebi Selçuklu Türklerinin Anadoluda nüfus çoğunluğu olduğu için değildir, Anadoluyu hakimiyeti altına alıp kontrol etmelerinden dolayıdır çünkü Anadoluya Türkmen askerler gelmiş ve bu militer güçle Anadoluya hakim olmuşlar. Kim hakimse onların ülkesi denmiş, ama Türkler hiç bir zaman nüfus çoğunluğuna sahip olmamıştır. Halende öyledir. Türkmenler ise feth ettikleri yerlere Rumların ülkesi demeye devam etmiştir.
Makedonya Kalkınma Partisi Genel Başkanı İdris Fatih Şahin; ''Makedonya’da Türk dendiği zaman Müslümanlık, Müslümanlık denince Türklük anlaşılır. Onun içindir Ki; “Türküm elhamdülillah” denildiği zaman, Müslüman’ım elhamdülillah denildiği anlaşılır. Balkanlarda Türklük ile Müslümanlık birbirinden ayrılmaz bir parçadır. Dünyada en çok asimile faaliyetlerinin Balkanlarda yapılması; bölgede yaşayan Arnavut, Boşnak, Makedon, kardeşlerimizin Müslüman oluşlarındandır. Müslüman denince Türk, Türk denince Müslüman anlaşıldığı için, Balkanlarda kıyım, zulüm, misyonerlik hat safhadadır.''
Avrupa’lı bugün bile kuzey ve batıdaki Müslümanlara Boşnak da olsa, Bulgar da olsa, Makedon da olsa hepsine de “Türk” demektedir. Aslında “Türkler geliyor” derken müslümanları kastetmiştir.
Ama Osmanlı Türklüğü hiçbir zaman kabul etmemiştir çünkü Türk değildi.
Osmanlı Türkmenlere “Etrak-ı bi idrak = anlama kaabiliyeti olmayan Türkmenler” (bu ibare, Osmanlı döneminde Türkmenler’e yakıştırılan bir ibaredir).
Osmanlı Padişahına “Türk” dense, kendine hakaret edildi diye söyleyenin kafasını vurdururdu.
16. Ancak biz başa dönerek, Osmanlı yönetiminin birinci derecede yöneticisi konumunda olan padişahların kökenlerine bir kez göz atalım.
İlk Osmanlı Padişahı Osman beyin annesinin Türk, Mo(n)gol veya Acem
kökenli olduğuna dair rivayetler varsa da, bunlara ait bir kanıt bulunamamıştır. Osman bey denen birisinin olduğuda meçhul aslında.
1- Sözde Osman Beyin iki eşi vardı, Mal ve Bala Hatunlar. Her ikisininde Mogol asıllı olduğu iddia edilsede herhangi bir kanıt yok.
2- Sözde Orhan Bey: Osman Bey'in Mal Hatun isimli eşinden doğdu. Eşleri Rum asıllı Horofira (Nilüfer Sultan), Rum Asporçe ve Rum Teodora.
3- 1. Murad: Horofira'dan doğdu. Eşleri Bulgar-Yahudi melezi Marya ve Bulgar Tamar.
4- Yıldırım Beyazıd: Marya'dan doğdu. Eşleri: Sırp kökenli Olivera, Devlet Hatun, Bulgar Olga, Maria, Angelina ve Anita.
5- Çelebi Mehmed: Olga'dan doğdu. Eşleri: Sofia, Anna, Veronica.
6- 2'ci Murad: Veronica'dan doğdu. Eşleri: Nache de la Bazory (Fransız), Mara Despina, Stella.
7- Fatih: Mara Despina'dan doğdu. Eşleri: Rum Zaganoz paşanın kızı Kornelya, Anna, Helen, Tamara.
8- 2.ci Beyazıd: Kornelya'dan doğdu. Eşleri: Beti, Anita, Suzi, Liliana, Katherin, Nina, Martha ve Danilova.
9- Yavuz Sultan Selim: Annesi (Beti, Anita, Suzi, Liliana, Katherin, Nina, Martha ve Danilova... tartışmalı). Eşleri: Polonyalı Helga (Havza Sultan), Sırp Aleksandra (Ayşe Sultan).
10- Kanuni Sultan Süleyman: Polonya'lı Helga'dan doğdu. Eşleri: Bir Rus papazının kızı Roksalan (Hürrem Sultan), Sicilya'lı Rozaline (Gülfem Hatun).
11- 2'ci Selim (Sarı Selim Roksalan'dan doğdu. Yahudi Rasel (Nurbanu
Sultan). Sarı Selim, kızı Esmahan'ı Hırvat kökenli Sokullu Mehmet Paşa ile evlendirdi.
12- 3. Murat: Raşel'den doğdu. 130 cariyesinden 112 çocuğu oldu. Eşleri: Venedik'li Sofia Baffo (Safiye Sultan), Polonyalı Mona (Mihriban Sultan), Macar Ninuska (Nazperver Sultan), Rus Olga (Şahhüban Sultan), Romanyalı Meri (Fahriye Sultan).
13- 3'cü Mehmet: Sofia Baffo'dan doğdu. Eşi: Yunanlı Helen (Handan
Sultan), İspanyol Sinderella Violetta (Mahpeyker Sultan).
14- 1'ci Ahmet: Helen'den doğdu. Eşleri: Rum Evdoksia (Mahfiruz Sultan),
bir Rum Papazının kızı Anastasia (Mahpeyker Köşem Sultan).
15- 1'ci Mustafa (Deli Mustafa 3'cü Mehmed'in eşi Sinderella Violetta'dan doğdu..
16- 2'ci Osman (Genç Osman Evdoksia'dan doğdu.
17- Tekrar Deli Mustafa (15. numarada konu edildi).
18- 4'cü Murad: Anastasya'dan doğdu. Eşleri:Keti, Anna (Atifet Sultan), Helena (Cihannüma Sultan).
19- 1.ci İbrahim (Deli İbrahim 4'cü Murad'in kardeşi.
20- 4'cü Mehmet (Avcı Mehmet Nadya'dan doğdu. Eşleri: Rum Evemia
(Emetullah Gülnüs Sultan), Korsika'lı Bella (Afife Sultan), Romanyalı
Cesika (Güner Sultan), Ermeni Flora (Gülbeyaz Sultan), Rum Helen (Hatice
Sultan).
21- 2'ci Süleyman: Katrin'den doğdu: Eşleri: Yok. Cariyeler: çok.
22- 2'ci Ahmet: Lehistanli Yahudi Eva. Eşleri: Giritli Rum Yeremiye (Rebia
Sultan), Mora'li Diana (Sayeste Sultan).
23- 2'ci Mustafa: Evemia'dan doğdu. Eşleri: Rus Vera (Mahfiruze Sultan),
Sırp Mari (Hafize Sultan), Giritli Rum Aleksandra (Saliha Sultan).
24- 3'cü Ahmet: Rum Emevia'dan doğdu.
25- 1'ci Mahmut: Aleksandra'dan doğdu. Eşleri: Fransız Julienne (Hatem),
Sicilyalı Lili (Raziya), Macar Maggi (Tiryal), Rus Olga (Verdinaz).
26- 3'cü Osman: Mari (Şehsuvar Sultan)'dan doğma. Eşleri: Sırp Olga
(Ferhunde), Sicilyalı Olivya (Zerki). Cariyeler: Yok!
27- 3'cü Mustafa: Gürcü Janet (Mihrisah Sultan)'dan doğdu.
28- 1.ci Abdülhamid: İda (Rabia Sultan)'dan doğma).
29- 3'cü Selim: Gürcü Janet (Mihrisah), Eşleri: Patricia (Afitab), Linda
(Nefizar), Berti (Pakize), Alis (Tabisefa), Lisa (Hüsnümah), Rosa
(Nurisems), Anna (Rafet), Magdalena (Ziybifer).
30- 4'cü Mustafa: Bulgar Sonya (Seniyeperver Sultan)'dan doğma. Eşleri:
Flora (Dilpezir), Adela (Seyyare), Sofi (Peykidil, Gloria (Sevkidil).
31- 2'ci Mahmut: Fransız Aimee (Naksidil)'den doğma.
32- 1. Abdülmecid: Rus Suzi (Bezmialem Sultan)'dan doğdu. Eşleri: Safiraz Ermeni, Bezmara (Bezmican) kökeni bilinmiyor, Fransız Vilma (Şevkefza), Ermeni Verjin (Tirimüjgan - Abdülhamid'in annesi), Rum Karoli.
33- Abdülaziz: Hamam natırı Çingene Besime'den doğma. Eşleri: Camelya (Dürrünev), Asporce (Gevher), Anna (Edadil), Adela (Hayranidil) ve Alis (Nesrin).
34- 5. Murat: Fransız Vilma (Şevkevza Sultan)'dan doğma. Eşleri: Carmen (Cananiyar), Marone (Elaru), Elfi (Filiztan), Clarissa (Gevheri), Henna (Reşan) v.b.
35- 2. Abdülhamid: Ermeni Verjin (Tirimüjgan Sultan)'dan doğma.
36- Mehmet Reşat: Rum Sofi (Gülcemal Sultan)'dan doğma.
37- Vahdeddin (5. Mehmet Abdülmecid'in karısı Henriet (Gülüstü Sultan)'dan doğma. Eşleri: Emine Nasik Eda ve saray bahçıvanının kızı Nevzut. Kökeni bilinmiyor; Çerkez olduğu iddiaları var.
GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ TEK BİR TÜRK YOKTUR OSMANLININ İÇİNDE.
17. Osmanlının mutfak kültürü orta asyadan çok farklıdır. Osmanlıda zeytinyağlı yemeklerin neredeyse tamamı bizans mutfağıdır.
18. Türk musikisi, sanat müziği denilen şey bizans müziğidir. Kullanılan enstrümanlar hemen hemen aynıdır. Hatta “Musiki” kelimesi bile Yunancadır.
19. Sultan Selim’in 50.000 bin Türkmeni kestiğinide bilmezsiniz belki. Osmanlı devleti Türkleri teker teker kılıçtan geçirdiği halde nasıl olurda Osmanlı devleti'nin Türk soyundan geldiğini söylerler.
20. İlk 1481 yılından kurulan Galatasaray Lisesi 1868 yılında Abdülaziz tarafından Mekteb-i Sultani adında tekrar açıldı. Eğitim dili Fransızcaydı ve Türkçe yasaktı. Rumca, Ermenice, Latince, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça v.b. öğretilirdi. Kurulduğundan beri Türkmenler hiç bir zaman alınmamıştır bu mektebe..
Gördüğünüz gibi Mektebi Sultanide Rumca, Ermenice, Latince, Fransızca, Almanca, Farsça, Arapça v.b. öğretilirdi ama hiçbir zaman Türkçe öğretilmemiştir ve Türkmen öğrenciler hiçbir zaman bu mektebe alınmamıştır.
Bu nasıl Osmanlı ki Türkçe yasak ve Türkmen öğrenciler bu mektebe alınmıyor? Tarihte böyle birşeye rastlanmamıştır. Osmanlının Türk olması mümkün değildir.
21. Osmanlı döneminde bir müslümanlaştırma politikası vardır, ancak Osmanlı devletinin Türkleştirme gibi bir politikası olmamıştır, çünkü Osmanlı zaten Türk değildi.
22. Osmanlının kuruluş yeri Bileciktir. Edirne Fetret Devri'nden sonra Osmanlı'nın başkenti olmuştur, 1413'den önce (daha doğrusu 1402'den önce) Osmanlı'nın başkenti Bursa'dır, Edirne 1413'e kadar sadece Osmanlı'nın Rumeli Beğlerbeğliği'nin merkezliğini yapmıştır. Edirne'nin başkent olması Osmanlı'nın Rumeli'ye verdiği önemi, Rumeli'nin Osmanlı'nın anavatanı olduğu tezini doğruluyor. Osmanlının kökeni Rumelidedir.
Zira bir batılı tarihçinin de dediği gibi Rumeli'deki toprakları Osmanlı İmparatorluğu için bir varlık nedeniydi, toprakları kaybedince o da çöktü tezi doğruluk payı içermektedir. (Balkan Savaşları ve sonrası)
Osmanlının başkentleri:
Bursa (1335-1365)
Edirne (1365-1453)
İstanbul (1453-1922)
Görüldüğü gibi başkentler Rumların nüfus olarak çoğunluk olduğu yerde kurulmuş. Başkentlerin Rumelide kurulması herşeyi anlatıyor. Osmanlı sadece Saraybosnada 232 han, 18 kervansaray, 10 bedeste ve 42 köprü yaptırmış diğer medreseler, binalar hariç. Yatırımlarda ve zenginlikte Rumeli her zaman Anadolunun ilerisindeydi.
Osmanlı Anadoluya pek yatırım yapmamıştır. Ne büyük çelişki.
23. Fatih Sultan Mehmed Hanın, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan ile, 11 Ağustos 1473’te, Otlukbeli mevkiinde büyük meydan muharebe yapmıştır. Halbuki bunların ikisininde Türk olduğu iddia ediliyor. Neden iki Türk savaş yapsın ki? Demekki Fatih Sultan Mehmet Türk değil. Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih bile, Otlukbeli Savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve "İşine devam et" demiştir.
Sonuç
Osmanlı’nın kesinlikle Türk olmadığı bellidir. Osmanlı kendini Türk olarak nitelendirmemiştir hatta Türk kelimesinin anlamı Osmanlı için bir aşağılama terimiydi.
Osmanlı Şairleri Türkleri aşağılayan şiirler yazmıştır.
Osmanlı sadrazamlarının hiçbiri Türk değildir.
Osmanlı Türkçe konuşmamıştır.
Osmanlı okullarına Türkler alınmamıştır.
Saray dili ve alfabesi Persçeydi.
Osmanlı Türkleri kesmiştir.
Osmanlı Padişahlarının anneleri Türk değildir. Görünen o ki kurucusuda Türk değildir.
Prof. Dr. Aslıhan Tolun, “Anadoludaki Türklerin gen yapısı Asya'daki Türkçe konuşan toplumlardan çok, Anadolulu çıkıyor. Genetik yapı olarak, Orta Asya'dan çok Yunanistan, Bulgaristan gibi komşularımıza benziyoruz.
NOT: Bu yazı bütün uyduruk ve yapay türk tarih kitaplarını değiştirecektir.
==Dipnotlar==
1) Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan... C.2, s.440.
2) Burhan Oğuz'dan aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 118.
3) Aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 121.
4) Çetin Yetkin, Türk Halkı... s.161.
5) Naima Mustafa Efendi, Tarih-i Naima, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, İstanbul,
C.1, s.168, 238, C.2 s.536. C.3, s.1180, C.4 s.169.
6) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12.
7) Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.
8) Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen'den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s.1.
9) Hikmet Bayur, a.g.y., s.15.
10) Hikmet Bayur, a.g.y., s.17.
11) Özer Ozankaya, Türkiye'de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253.
12) Özer Ozankaya, a.g.y., s.121.
13) Warshew'den aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s. 311.
14) Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.26.
15) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145.
16) Esat Kamil Erkut, a.g.y., s.63.
17) M.Rauf İnan, Atatürk'ün Evrenselliği, Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198.
18) Ramsay'dan aktaran, Bernard Lewis, a.g.y., s.331.
19) Türkoloji uzmanı Cahun'dan aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.308.
20) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, İstanbul, 1971, s.24, 25.
Bu konu Hakkında Bir cok Kişi Bu Yazılanların safsata oldugunu gercek dısı oldugunu yalan yanlıs seyler oldugunu iddaa eder ama Bir gercek varki Osmanlı Devleti Türk Bilinsede Türk Değildir Coklu Bir millet Olmakla birlikte Osmanlıda Türk Dendiği zaman Göcebe Köylü tarımla ugrasan Halk cıkarmıs
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk'e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirldiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.
- Geçmiş yüzyılda Jön Türkler'in kendilerine bilinçli olarak Türk demelerinden önce, Türk kelimesinin ''geri kalmış köylü'' anlamında kullanıldığını okumuştum.
- 1912 yılında Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda ''Türk'' kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılıyordu. ''Türk hükümeti'', ''Türk Ordusu'', ''Türk ülkesi'' deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu.
- 1913 tarihli ''Mecmuai Ebuzziya'' dergisinin 94. sayısında, ''Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler, yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil, sadece Müslümanız'' denilmektedir.
- Üniversitede profösörlük yapmış olan Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı ''İslamda Davai Kavmiye'' adlı kitabında, Türk'e karşı savaş açmış ve ''Türkün geçmişini bilmesine, öğrenmesine lüzüm ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir'' demiştir.
- 1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk'e Türklük benliğini vermek isteyenlere ''soysuzlar'' yakıştırmasında bulunmuştur.
Atatürk de bir hatırasını şöyle anlatıyor:
''Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla göz yaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.'' (Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü, s.19).
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde şu bilgileri veriyor:
''Bu milletin yakın zaman kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona: 'Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasına sebep olursun' demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile, 'Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye mensup değilim' demeye mecbur edilmişti''(s.34).
''Osmanlı İmparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı. İdare eden bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını, idare olunan Türkler de Türk sınıfını teşkil ediyorlardı. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime (egemen ulus) suretinde görür, idare ettiği Türklere millet-i mahkure (aşağı ulus) nazarı ile bakardı. Osmanlı Türk'e daima eşek Türk derdi...'' (s.27).
Falih Rıfkı Atay, Batış Yılları adlı eserinde şunları yazıyor:
''Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve 'Osmanlı' idik. İlmihallerde baş dersimiz 'Din ile milliyetin bir olduğunu' öğrenmekti.
Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal'i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet'te duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, 'Padişahım çok yaşa' diye bağırırdık.
... Okullarda da Arab'a Arap, Arnavut'a Arnavut, Rum'a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik.''
Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken (1880) ilçeleri teftişe çıkıyor. Paşa, uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar, konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek istemeyen bir ihtiyara, ''hangi milletten'' olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, o, bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle, ''Ben Türküm Efendim'' diyor. Bunun üzerine Paşa ''Niçin sıkılıyor, saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mı? Bak ben de Türküm'' diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, ''Sahi sen de Türk müsün? Demek Türk'ten Paşa da olurmuş ha'' diye sevinçle karışık hayret ifade edince, Vefik Paşa ''Paşa da kim oluyormuş, Padişah da Türk, Padişah da'' diye haykırıyor. Sonra, imparatorluğun iki dertli ihtiyarı, sakallarını ıslatan yaşlar birbirine karışarak sarılıp, Türkün hazin kaderi için ağlaşıyorlar. (Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü Yayını, s.238).
Şair Fuzuli bir şiirinin son beytinde şöyle diyor;
Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok
Yürü var gel, ya Araptan ya Acemden
Kaynak: Milliyetçilik:Neden Şimdi? Vural Savaş
Bu konuşma metni İstanbul Lisesi Tarih Öğretmeni Gül Yayla tarafından 18 Mart 2011 tarihinde yapılmıştır.
Sayın misafirlerimiz, Sarı-Siyahlı camianın değerli mensupları, sevgili arkadaşlarım ve sevgili öğrencilerim,
Bir 18 Mart töreninde; nedense adı son zamanlarda "Şehitleri Anma Günü" olarak değiştirilmiş olan "Çanakkale Zaferi"ni kutladığımız günde beraberiz.
Bugün 18 Mart 2011. Yani 18 Mart, 96 yıl sonra bugün; Çanakkale Zaferleri'nin simgesel kutlama günüdür. Simgesel diyorum çünkü Çanakkale Savaşları 1916'ya kadar devam etmiştir. Elbette Deniz Savaşları'nın kazanıldığı gündür 18 Mart. Ancak kara savaşları bütün hızıyla aylarca devam eder. Tarihin en kanlı savaşlarındandır Çanakkale Kara Savaşları.
Gelibolu gibi ufacık bir kara parçasında; deyim yerindeyse avuç içi kadar bir toprakta yaşanır. Öyle ki; ölen insanlar ayağa kalkacak olsa, savaştıkları alana sığmaz. Çanakkale Kara Savaşları'ndan söz etmeden; böyle bir günü yalnızca "anma" gününe çevirenlerin zihniyetleri, gerçeklere, tarihe ve bize uzaktır.
Bu savaşların baş sorumlusu İngiliz Bahriye Nazırı yani Denizcilik Bakanı Churchill şöyle diyor: "Yenilmez armadamızın üçte biri sulara gömüldü. Üçte biri kullanılamaz hale geldi. Başarısızlığımız savaşı 2,5 yıl uzattı. 8,5 milyon Avrupalının ölümüne neden oldu. Rusya'da komünistler yönetimi ele geçirdi. Bu olaylar vuku bulurken 30 milyon insan öldü. Biz Boğazı geçemeyince; Müslümanlar, diğer Asyalılar, Avrupa'nın ihtişamından şüphe etmeye başladılar. Biz Hindistan, Pakistan, Bengladeş'teki gücümüzü kaybettik; diğer Avrupalılar da sömürgelerindeki güçlerini..."
Evet! Churchill'in kendi ifadesidir. Çanakkale Savaşları'ndan 6 ay sonra, kendinin ifade ettiği başarısızlığından dolayı rütbeleri tenzil edilmiş, İngiliz Bahriye Nazırlığı'ndan istifa etmek zorunda kalmış, savaş konseyinden uzaklaştırılmıştır. Çanakkale Zaferimiz üzerine bir savaş lideri olarak görev yapmasına imkân kalmayınca, bir asker olarak ülkesine hizmet etmek istemiş, o zaman da kendisine tenzil-i rütbe ile ancak binbaşı rütbesine karşılık gelen tabur komutanlığı görevi verilmiştir.
Tarihin garip tecellilerindendir. Bir başka komutan Çanakkale Savaşları'ndaki başarılarından dolayı Nisan 1916'da Tümgeneralliğe yükseltilmiştir. Tümgenerallik rütbesini getiren Arıburnu, Anafartalar, Conkbayırı, Kireçtepe isimleriyle özetlenebilecek zaferleridir.
Biz O'na Atatürk dedik.
Çanakkale Savaşları, gökten saf saf inen sakallı, sarıklı, yeşil cüppeli ruhanî varlıklar tarafından kazanılmadı. Çanakkale Savaşları, aniden bastıran sisler, 3'ler 7'ler 40'lar nedeniyle de kazanılmadı.
Çanakkale Savaşları "dinlerin savaşı"dır diyenler ne büyük hata içindedirler...
Siz hazırlıktayken birlikte görmedik mi İngiliz mezarlıklarındaki Müslüman İngiliz askerlerinin isimlerini?
Bundan daha vahimdir, Çanakkale'de kıran kırana bir mücadele yaşanıyorken, güneyde Müslüman Araplar'ın, İngilizler'le ittifak yaparak, yine Müslüman olan Türkler'e saldırması...
Bunları mutlaka bilmelisiniz...
Çanakkale dinlerin savaştığı yer değildir. Devletini ve başkentini kurtarmaya çalışan Türkler'in, emperyalist batıyla yüz yüze geldiği yerdir. Çok dar boğazdır. Çok da zor...
"Çanakkale Zaferi"nden ya da "Şehitleri Anma Günü"nden söz ederken, Mustafa Kemal adını söylemekten çekinenler; ya da bilinçli olarak söylemeyenler hakkında verilecek hükmü size bırakıyorum...
Diyor ki Mustafa Kemal Atatürk; "Millet boşuna ölmez, kan boşuna dökülmez. Eğer zaferler o milletin hayatında derin değişiklikler yapmazsa ve de ona millî güven sağlamazsa, bazı budalaların, onunla böbürlenmesinden başka bir işe yaramaz."
Çanakkale Savaşları ve Zaferleri Türkler'in hayatında derin değişiklikler yaptı.
Öncelikle;
Mustafa Kemal adı bayrak bayrak dalgalandı Anadolu'da,
Bu zaferler, şayak kalpaklı, çakmak gözlü devin millî liderliğini hazırladı, 19 Mayıs 1919'da Samsun'da Türk Kurtuluş Savaşı'nı başlatıyorken, O'nu Çanakkale'deki zaferleri nedeniyle tanıyan bir Anadolu halkı ile kucaklaştı, Şayak kalpaklı, mavi gözlü dev, milletinin hayatında derin değişiklikler yaptı. Hem de padişah olmadan, halifeliği kabul etmeden, şeyh-şıh-hoca-derviş-evliya sıfatlarının arkasına sığınmadan, İnsanları, ümmeti olarak değil, milleti olarak arkasından sürükleyerek derin değişiklikler yaptı,
Ümmet ve kul iken daha kolay yönetilecek halkını, vatandaşlık bilincine ve birey olma özelliklerine kavuşturarak, derin değişiklikler yaptı milletinin hayatında.
Bu dev adam, 300 yıldır ihmâl edilmiş, cehâlete terk ve teslim edilmiş Anadolu bozkırından büyük bir vaha yarattı. Bütün bunları okuyup-üfleyerek, dini siyasete alet ederek, yüzyıllardır olageldiği gibi gücünü arttırabilmek için sırtını din adamlarına dayayarak yapmadı...
Ülkemin umudu, yaşlanacağım günlerin sigortası olan gençler;
siz İstanbul Liseliler bunları mutlaka bilmelisiniz. Unutmamalısınız. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunamaz.
Bu görüş ve anlayışla;
İyi düşünen ve düşündüklerini uygulayan,
Hiçbir kurum, kişi ya da cemaatin siz ve düşüncelerinize hükmedemediği,
Özgürlüğün bedelini çok ağır ödemiş bir milletin mensubu olarak, özgürlüğün değerini iyi bilen,
Hiçbir bedel karşılığında düşüncelerini ve kimliğini satılığa çıkarmayan,
Bilgilerini şu veya bu türlü dogmalardan değil, bilimden kaynaklandıran bireyler olacağınıza inanıyorum.
Gül YAYLA